GELENEKSEL ÜRETİM SON YILLARDA DARBE ÜZERİNE DARBE ALIYOR. ŞİRKETLER, KARMAŞIK ÜRÜNLERİN KALİTESİNİ SAĞLARKEN MALİYETLERİ KISMAK İÇİN BÜYÜK BİR BASKI ALTINDALAR. ŞİMDİYE KADAR ALINAN ÖNLEMLER ÇOĞUNLUKLA BAŞARILI OLSA DA BAZI TRENDLERDE ARTIK BİR YOL AYRIMINA YAKLAŞIYORUZ VE ESKİ YÖNTEMLER GÜNÜ KURTARMAYA YETMİYOR. PEKİ, YA YENİ ZORLUKLAR, YENİ BİR DÖNÜŞÜM FIRSATI SUNUYORSA!

GELENEKSEL ÜRETİM SON YILLARDA DARBE ÜZERİNE DARBE ALIYOR. ŞİRKETLER, KARMAŞIK ÜRÜNLERİN KALİTESİNİ SAĞLARKEN MALİYETLERİ KISMAK İÇİN BÜYÜK BİR BASKI ALTINDALAR. ŞİMDİYE KADAR ALINAN ÖNLEMLER ÇOĞUNLUKLA BAŞARILI OLSA DA BAZI TRENDLERDE ARTIK BİR YOL AYRIMINA YAKLAŞIYORUZ VE ESKİ YÖNTEMLER GÜNÜ KURTARMAYA YETMİYOR. PEKİ, YA YENİ ZORLUKLAR, YENİ BİR DÖNÜŞÜM FIRSATI SUNUYORSA!

On yıllardır imalat şirketleri maliyetlerini düşük tutmak, kaliteyi  yükseltmek ve kâr marjlarını korumak için muazzam bir baskı altında. Genel olarak başarılı olsalar da optimizasyon metodolojilerini benimseyerek ve otomasyonu  entegre ederek; parçaları, bileşenleri ve bazen tüm ürünleri daha düşük maliyetli pazarlarda bulunan fabrikalara dış kaynak sağlayarak üretim yaptılar. Ancak bu yöntemler de artık yetersiz kalmaya başladı.  Bugün, revaçta olan bir dizi eğilim var: Sürdürülebilirlik,  paylaşım ekonomisi, bölgeselleşme, popülizm, bireyselleşme ve dijitalleşme. Bu yeni perspektif göz önüne alındığında, üretimin “rekabet edebilirliği” görüşü, esas olarak maliyet odağından (işçilik ve malzeme) CO2 emisyonları, yeşil enerji, tedarik zincirinin karmaşıklığı,  esneklik veya bağımlılık gibi faktörlerin çok daha fazla rol oynadığı geniş bir algıya dönüşüyor.  Münih merkezli uluslararası yönetim danışmanlığı şirketi Roland Berger’in “Düşün: Harekete Geç” serisi kapsamında hazırladığı “Yeni Nesil Üretim Yola Çıkmaya Hazır”  başlıklı çalışma, bu trendlerin her birinin, gelecek odaklı şirketler için nasıl büyük fırsatlar oluşturabileceğine odaklanıyor. Bu fırsatları gören ve emin adımlar atmaya kararlı şirketler, CEO’lar ve üretim müdürleri, operasyonlarını yeniden düşünüp yeniden yapılandırabilir ve üretimlerini  değer yaratan bir noktaya getirebilirler. Makine İhracatçıları Birliği’nin Türkçeleştirdiği bu çalışmanın, Moment Expo okurları için de ufuk açıcı olacağına inanıyoruz.

ALTI BÜYÜK TREND

19’uncu yüzyılın ortalarından 20’nci yüzyılın sonuna kadar,  imalat ekonomik refahın en önemli itici gücüydü. Şimdi bile, geleneksel üretim, küresel GSYİH’nin tahmini yüzde 16’sını oluşturmaya ve küresel ekonomisinin omurgası olmaya devam ediyor. Ancak imalat şirketleri üzerindeki baskı, son 10 yıldır giderek artıyor. Küresel tedarik zincirlerindeki  dönüşüm de muazzam bir karmaşıklık yarattı: Örneğin Airbus 100’den fazla ülkeden 8.000 doğrudan ve 18.000 dolaylı tedarikçiyle çalışıyor. Volkswagen’de durum daha da karmaşık: Yaklaşık 40.000 doğrudan tedarikçi ile süregiden bir üretim sisteminden söz ediyoruz. Ama işler şimdi eskisinden de karmaşıklaşıyor: Örneğin yaşanan salgın ve devam eden tedarik sorunları artık yerelleşmeyi zorunlu kılıyor.  Benzer şekilde, yatırımcılar da yatırımlarından daha fazla nakit iadesi talep ediyorlar; bu ise küresel ticaretin aynı zamanda daha fazla maliyet verimliliği anlamına geliyor. Tüketicilerse daha fazla ekolojik ürün istiyor ve hükümetlerin çevre ve güvenlik düzenlemelerini güncellemelerini talep ediyorlar. Yine dijitalleşme şaşırtıcı ve yıkıcı yollarla karşımıza çıkmaya devam ederken, yeni insan kaynakları ise imalat sanayilerini en zorlayan konulardan biri olmayı sürdürüyor. Yakın tarihli bir Roland Berger araştırması da bu eğilimleri doğruluyor: Küresel ölçekli gerçekleşen ve 200 katılımcının görüşleriyle oluşturulan çalışmada, katılımcıların yüzde 67’si üretimin genel olarak “verimlilik ve maliyet azaltma açısından yoğun baskı” ile karşı karşıya olduğunu söylüyor; katılımcıların yüzde 60’ı ise bu kısıtlamaları azaltmak için çok az fırsat gördüklerini dile getiriyordu. Özetle, üretim birçok yönüyle zaten zor ve giderek daha da zorlaşıyor. Üretimin durumunu değerlendirmeye başlarken, şirketlerin karşılaştığı zorlukların çoğunun arkasında altı temel trendin olduğu görülüyor. Bu altı temel trend ise sürdürülebilirlik motivasyonu, üretim ve talebin bölgeselleşmesi, popülizmin cazibesi, paylaşım ekonomisi,  kitle özelleştirmesi ve yeni dijitalleşme paradigması olarak dikkat çekiyor.

SÜRDÜREBİLİRLİK MOTİVASYONU GİDEREK DAHA FAZLA ÖNEM KAZANIYOR

İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin etkisi arttıkça, hükümetler, yatırımcılar, tüketiciler ve elbette iş dünyası, özünde tek bir hedef olan büyük ve küçük değişiklikleri zorlamaya başladı. “Gezegeni kurtarma” hedefi, hiç olmadığı kadar değerli ve alınan aksiyonlar gösteriyor ki bu hedef lafta kalmıyor. Örneğin Avrupa Birliği, Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi girişimler aracılığıyla dünyanın en büyük pazarının 2050 yılına kadar karbon nötr olmasını hedeflediğini açıkça ortaya koydu. Yine, Almanya 2021’de ulaştırma ve inşaat sektörüne bir karbon vergisi getirerek fiyatların 2025’e kadar her yıl artırılmasını sağladı. Karbon vergileri getiren diğer ülkeler arasında 2021’de enerji sektörünü kapsayan yeni bir emisyon ticaret sistemi ile Çin’i, 2019’da getirilen federal yakıt ücreti ile Kanada’yı, 2018 yılında uygulamaya koyduğu hemen hemen tüm akaryakıt ve kömür vergileri ile Arjantin’i ve 2012’den beri neredeyse tüm fosil yakıtları vergilendiren Japonya’yı da sayabiliriz.  Özetle sürdürülebilirlik henüz her ülkede bir öncelik olmasa da yeşil girişimler artık şirketler için çizgi dışı bir etkinlik değil; sosyal ve politik baskının bir bileşimi tarafından zorunlu kılınan temel bir iş ayağını oluşturuyor. Sürdürülebilirlik odaklı şirketler özellikle çevresel, sosyal ve kurumsal Yönetim zorunluluklarına sahip olanlarhem yatırımcılar hem de tüketiciler için şimdiden tercih edilmeye başladılar. Şirketler, yenilenebilir enerjiye yatırım  yaparak, iş süreçlerini karbon nötr çözümlere uyarlayarak ve üretimi yerel düzeye getirerek rekabetçiliklerini artırabilirler.

ÜRETİM VE TALEP BÖLGESELLEŞİYOR

Küresel salgının da tetiklediği yüksek gümrük tarifeleri, belirli ürünlerde yoğunlaşma, ulaşım zorlukları (2021  yılı mart ayında Süveyş Kanalı’nda yaşanan kaza sonrası oluşan kriz gibi) ve çevresel felaketler, sanayi için büyük engeller oluşturmaya devam ediyor. Bu durum, üretim fiyatının ve iş gücü ücretlerinin daha da yükselip yükselmeyeceği konusundaki beklentileri de körükleme yi sürdürüyor. Birçok ülke, üretimi kendi bölgelerine geri  getirerek yerel ekonomilerini ve bölgesel kapasitelerini güçlendirmenin yollarını ararken, şirketler de rekabet avantajı elde etmek için kısa vadeli maliyet tasarrufu sağlayan faydalar yerine esneklik ve kaynak kullanılabilirliği gibi faktörler arasında en iyi dengeyi sunan uzun vadeli bir görünüme sahip olmayı önemsiyor.

POPÜLİZMİN CAZİBESİ

Dünya çapındaki hükümetler, iş yaşamını güvence altına almak ve vatandaşları için iyi ücretli işler sağlamak için giderek daha fazla baskı altında kalıyorlar. Birçok hükümet, kritik ve sosyal açıdan dezavantajlı konumlardaki fabrikaları büyük ölçüde sübvanse etmeye veya belirli bir bölgede şube  kurmak isteyen şirketlere altyapı sağlamaya istekliyken, artan ekonomik ve sosyal hoşnutsuzluğun yanı sıra hızlı teknolojik değişimler çoğu zaman yabancı düşmanı politikalar izlemek için de kullanılabiliyor. Bu politika değişiklikleri ise iş dünyası için sorunlu sonuçlara neden olabiliyor. Dolayısıyla ister bir tarife ister haksız yasal  muamele veya kamulaştırma olsun, büyük işletmelerin bugünlerde daha önceki yıllara göre daha fazla kaygılanması gerekiyor. Örneğin bazı ülkeler gelir vergisi ve sermaye kazançları üzerindeki vergi muafiyetleriyle şirketlere yurt içi üretimde sübvansiyonlar sunarken, salgın sırasında ilaç ihracatının yasaklanması gibi çözümlerle de karşılaşılmıştı.  Özetle artan popülizm, aşırı milliyetçi politikaların zayıflamaktan çok uzak olduğunu da bize söylüyor. Dolayısıyla da üreticiler, operasyonel esneklik ve çevikliklerini artırarak kendilerini öngörülemeyen olaylara karşı korumaya almak istiyor.

ENDÜSTRİYEL AKSAKLIKLAR YIKICI İŞ MODELLERİNİ ZORUNLU KILIYOR

Teknolojideki gelişmeler birçok ürüne olan ihtiyacı azaltmaya devam ediyor. Örneğin, tek bir akıllı telefon kameradan navigasyon sistemine, müzik setinden ve televizyon setine kadar tüm elektronik eşyaların yerini alabiliyor. Diğer yandan, paylaşım ekonomisinin yükselişi, şehirlilerin araç satın alma ihtiyacını da azaltıyor; halen çok sayıda yeni girişimin scooter ve elektrikli bisiklet dâhil olmak üzere çok çeşitli alternatif ulaşım aracına  yatırım yapmaya devam ettiğini görüyoruz. Bu trendler elbette talep oynaklığını da sağlıyor. Sonuç olarak, geleneksel üreticilerin talebi tahmin etmesi ve süreçlerini buna göre programlaması giderek daha zor hale geliyor. Bazı üreticiler, bu paylaşım ekonomisinde dayanıklı  ve daha sağlam ürünler oluşturarak veya yıkıcı yeni iş modelleri uygulayarak, kendilerini bu yeni dünya için yeniden yapılandırıyorlar.

KİTLE ÖZELLEŞTİRMESİ: ÖLÇEK EKONOMİSİNİN SONU

Geleneksel anlayışta seçim yapabilmek lükstür. Pazarın tepesindeki tüketiciler, istedikleri ürünün nihai hali ve hangi özelliklerle istediklerini sipariş edebiliyorlardı. Ancak bu tür kişisel ilgiler eskisi gibi dar bir kesimle sınırlı değil. Artık teknoloji, giderek daha fazla tüketicinin tam olarak istediği ürünü elde etmesini  mümkün kılıyor. Bu durum, üreticiler için birçok yeni zorluğu da beraberinde getiriyor. Geleneksel üretimde ölçek ekonomisi çoğu kararı yönlendirirdi. Ne kadar çok birim satılırsa, fiyat o kadar ucuz olur; fiyat ne kadar ucuzsa, tüketici için değer o kadar iyi olurdu. Ancak bugün bu değişiyor. Çeşitli teknolojilerin bir araya gelmesi, satış noktasında seçeneklerin anında sunulmasını giderek daha kolay ve uygun maliyetli hale getiriyor; teknolojik yeteneklerin, renklerin ve teslimat yönteminin tümüne son ana kadar karar verilebiliyor.

YENİ DİJİTALLEŞME PARADİGMASI

Dijitalleşme altıncı ve son trend olarak; neredeyse her kuruluşun çalışma şeklini değiştiren bir dönüşümün anahtarı olarak karşımıza çıkıyor. Kamu hizmetlerinden bankacılığa, eğlenceden eğitime, sağlıktan danışmanlığa kadar  dijitalleşme çeşitli dönüşümlere güç veriyor. Fabrika içinde robotlar, otonom sürüşlü araçlar, sensörler, işçiler için artırılmış gerçeklik teknolojisi ve katmanlı üretim gibi nesnelerin interneti ve Endüstri 4.0 cihazlarının yükselişi, tedarikçiler ve müşteriler arasında daha akıllı, daha iyi bağlantılı tedarik zincirlerine ve daha fazla şeffaflığa katkıda bulunuyor. Aynı zamanda otonom robotlar ve akıllı zemin konveyörleri, tesislerin esnekliğini ve verimliliğini artırmaya devam ediyor. İmalatta ise yapay zekâ daha karmaşık görevleri yerine getirmek, daha karmaşık ürünler üretmek ve bu ürünler üzerinde kalite kontrol gibi çok daha fazla şey yapabiliyor. Ayrıca, öngörüye dayalı bakım (kestirimci bakım), büyük veriler ve yapay zekâ ile üretim ortamındaki arızaların öngörülmesine ve üretim maliyetlerinin düşürülmesine olanak sağlayabiliyor.

BÖLGELERE GÖRE YENİ NESİL ÜRETİCİ TRENDLERİ

Bu altı trendin güçlü olduğu yanlar firmadan firmaya, bölgeden bölgeye değişiyor. En büyük üretim pazarları arasında baskın özelliklerse şöyle şekilleniyor:

ABD: ABD ile en ilişki li trendler; dijitalleşme, popülizm (yüksek vergi tarifleri, demokrasiye olan düşük memnuniyet, popülist partilerin yüksek oy oranları) ve bireyselleşme olarak öne çıkıyor. Bu trendlerin üretim üzerindeki etkisiyle birçok şirket tedarik zincirlerini güvenceye almak ve değişen yasal gereklilikler karşısında üretim stratejilerini yeniden değerlendirmek zorunda kalıyorlar. Ayrıca firmala rın, daha fazla otomasyon ve büyük veri kullanarak, tüketicilere son derece bireyselleştirilmiş ürünler ve ilgili hizmet paketleri sunmak için daha fazla yatırım yapmaları ve dijitalleşmeyle ilgili yüksek beklentilere uyum sağlamaları gerekiyor.  ÇİN: Çin için ilişkili trendler sanayi aksaklıkları ve konum (iş yapma kolaylığı, lojistik  performans, ucuz iş gücü) olurken, sürdürülebilirlik de hızla önem kazanıyor ve gelecek için anahtar rol oynamaya devam ediyor. Bu trendlerin üretim üzerindeki sonuçları da Çin’in yatırım yapılacak ve dünya inovasyonunu yönlendirmeye devam edecek bir büyüme pazarı olarak kalması olarak öne çıkıyor. Üreticiler bu nedenle genç yeteneklere ve yeni teknolojilere yatırım yapıyor ve sürdürülebilirlik gibi konularla ilgili yeni iş modelleri deniyorlar.  AB: Güçlü yönler açısından şu anda AB’de en çarpı cı olan “ideolojik iklim”. Popülizme yönelik eğilimlerin yanı sıra çok sayıda serbest ticaret anlaşmaları ve diğer ülkelerin ürünlerine uygulanan düşük tarifeler, açık pazarlara olan derin bağlılığın göstergeleri olarak dikkat çekiyor. Aynı zamanda,  AB’nin, Roland Berger İklim Değişikliğiyle Mücadele Radarı araştırmasındaki yüksek puanı, güçlü cinsiyet eşitliği, yüksek düzeyde işçi hakları ve diğer ilgili kriterler de gösteriyor ki sürdürülebilirlik AB ile yakından ve güçlü bir şekilde ilgili bir kavram olmayı sürdürüyor. Bu nedenle şirketler AB’ye yatırım yapmaya devam ediyor ve faydalı yerel pazardan ve iş yapma koşullarından yararlanmaya devam ediyorlar. Bununla birlikte firmaların, daha sürdürülebilir mal ve hizmet sunacak şekilde üretim operasyonlarını dönüştürerek sürdürülebilirlik alanında liderlik etmeleri de bekleniyor. BREZİLYA: Brezilya için en ilişkili trendler, popülizm ve konum meseleleri olarak sıralanabilir. Bu nedenle şirketler, genellikle Güney  Amerika’nın tüm bölgesine tedarik sağlayan bu büyük pazarda yıkıcı olaylara hazırlanmalı ve risklerini çok kaynaklı, çok tesisli bir strateji ile korumalılar. Sağlam üretim operasyonları ve geleceğe hazırlık sağlamak için alternatif malzemeler ve işgücü kaynakları oluşturmak da önemli başlıklar arasında değerlendiriliyor.  HİNDİSTAN: Brezilya’ya benzer şekilde, Hindistan için de en alakalı trendler konum meselesi (iş yapma kolaylığı, iyi lojistik ve ucuz işgücü ve enerji ile ilgili) ve popülizm olarak öne çıkıyor. Burada da üreticiler büyüyen ve çekici pazara yatırım yaparken tedarik zincirindeki beklenmedik popülist düzenlemeler, ham maddelere erişim sorunları veya kamu düzeninden kaynaklanabilecek aksaklıklara karşı hazırlıklı olmalılar.