BİR ÖNCEKİ SAYIMIZDA SALGININ ETKİLERİ ÜZERİNE GENEL DEĞERLENDİRMELER YAPMIŞ VE “SALGININ YARATTIĞI EKONOMİK KRİZİ ÇÖZEBİLECEK GÜÇ, YETENEK VE POTANSİYEL MAKİNE SEKTÖRÜNDEDİR” DEMİŞTİM. BU ÖNEMİ BELİRTMEK İÇİN ASLINDA ÇOK FAZLA SAYIDA İSTATİSTİKİ KANITA GEREK YOK, SALGININ KÜRESEL ÖLÇEKTE İLAN EDİLMESİNDEN SONRA TÜM ÜLKELERİN İLK OLARAK NE YAPTIKLARINA, HANGİ SEKTÖRE DÖRT ELLE SARILDIKLARINA BAKTIĞIMIZDA KONU NETLEŞECEKTİR. BU SAYIDA, SÖYLEDİKLERİMİ BİRAZ DAHA AÇACAK VE KONUYU DAHA DETAYLI İNCELEMEYE ÇALIŞACAĞIM.
Salgının ilk günlerinden itibaren dünya nasıl bir aksiyon planı uyguladı? Acil ihtiyaç olarak ilk önce solunum cihazı üretmek için seferber olduk, ardından maske ve koruyucu kıyafetler önem kazandı ve elbette temel gıda ihtiyaçları ile dezenfektan üretimi/paketlemesi için makineler üretmek, kapasite arttırmak gerekti. Görüldüğü üzere mücadelede gerekli olanları üretmek için akla ilk gelen sektör, makine sektörü oldu.
Aslında, geriye dönüp baktığımızda, geçmiş krizleri tetikleyen sebepler ne olursa olsun (salgınlar, doğal afetler, finans) krizden çıkışta en etkin çözümlerin hep makine sektöründen beklendiğini görebilirsiniz. Birçok ülkenin refah stratejisinin odağında, katma değer artışını sağlama hedefinde de hep makine sektörü vardır. Uzun zamandır tartışılan sanayi toplumunun değişim-dönüşüm stratejisinin odağında da yine makine sektörü bulunuyor. Çünkü makine inovasyondur, makine üretimdir, makine araştırma ve geliştirmedir, makine refah ve huzurlu bir toplum olmanın olmazsa olmazıdır.
Günümüz dünyasında birçok şeyi belirleyen ve adından teknoloji şirketleri olarak söz ettiren Google, Microsoft, Amazon, Apple, Facebook ve son zamanların gözdesi Zoom bile arkalarında o güçlü makineler olmasa bize şu anda sundukları o devasa iletişim olanağını sunamayacaklardı. Sekiz milyarı aşan dünya nüfusunu, ekilebilir tarım alanları aynı kaldığı halde büyük oranda doyurabiliyorsak bunu da tarım makinelerine borçluyuz. Hangi alana, sektöre, alt sektöre bakarsak bakalım temelinde, dinamiğinde hep bir makine görüyoruz ve görmeye de devam edeceğiz. Önümüzdeki dönemde de ülkelerin, işletmelerin gücü makine sektöründe ne derece başarılı, öncü ve bağımsız olduklarıyla belirlenecektir.
DEĞİŞİMİN ÖNCÜSÜ MAKİNE
Salgın öncesi dönemde de uluslararası rekabeti, gelişmişlik seviyesini belirleyen ana ölçüt ülkelerin ve işletmelerin inovasyon ve teknoloji gücüydü. Teknolojinin tüketim alışkanlıklarından, üretim süreç ve yöntemlerine, yeni hizmet sunumlarına, toplumsal yaşama ve devlet aygıtına kadar her bir şeyi nasıl değiştireceği, dönüştüreceği üzerine somut senaryolar gündemimizdeydi. ABD’den Çin’e, Güney Kore’den Almanya ve Japonya’ya kadar hemen hemen tüm gelişmiş ülkeler Sanayi-Toplum 2030 Strateji ve Dijital Dönüşüm Programlarında teknolojinin belirleyiciliğinin altını çiziyorlar. Tüm strateji belgelerinde, hedef tanımlarının merkezinde teknolojinin değişim/ dönüşüm gücünü makine sektörüyle gerçekleştirilebileceği yer alıyor. Benzer bir girişimi Türkiye’de de gördük, izledik ve makine sektörü gelecek dönemin odak sektörü ilan edildi.
Plan ve programların oluşturulduğu dönemde küresel eşitsizlik, dış ticaret savaşları ve teknoloji egemenlik kurmak girişimleri de gündemdeki yerini koruyor. Salgın ile her şey durdu ya da yavaşlama sürecine girdi ama salgın öncesini belirleyen şart ve koşullar salgının etkisiyle daha da güçleşerek devam etti, ediyor. Bugünlerde sıkça dile getirilen, “Artık hiçbir şey eskisi olmayacak” tanımı da aslında salgın öncesi dönemin net bir söylemiydi. Bu söylem, şimdi daha da net ve hatta farklı bir sorgulamayı ve beraberinde yeni bir perspektifi zorunlu hale getirdi. Halihazırda birçok ülke salgının doğrudan etkileriyle, konjonktürel plan ve programlarla mücadele etmeye çalışıyor. Bu, gerekli olmakla birlikte asıl olan mücadele yapısal yaklaşımdır. Bunu gerçekleştirebilen ve hızlı hareket edebilen ülkeler başarılı olacaktır.
PANDEMİ GÖLGESİNDE KÜRESELLEŞME, KATMA DEĞER VE DİJİTALLEŞME
Küreselleşme, en önemli bileşeni olan ticaret açısından değerlendirildiğinde, 1990- 2007 yılları arasında altın çağını yaşadı. 2012 yılından itibaren küreselleşmenin hız kaybettiğini, buna karşılık ekonomilerin büyüdüğünü gördük (Dünya Ticaret Örgütü ve IMF rakamları da bu trendi teyit ediyor). Salgın öncesinde küresel faaliyet oranı yüksek işletmelerin verimlilik, kârlılık gibi göstergelerde sorun yaşadığına ve bunu aşmak için daha agresif işletme politikaları izlediklerine de şâhit olduk. Sürdürülebilir niteliği olma- yan bu politikalar, büyük çapta küresel tedarik ağlarından beslenen bu işletmeleri doğal olarak zorluklarla buluşturdu. Salgının ilan edilmesiyle fiziki sınırlar kapatılınca, bu işletmeler bir tür varlık/yokluk sorunuyla karşı karşıya geldi. Halen birçok devletin uygulamaya koyduğu ekonomik paketlerin, aslında bu işletmelerin kurtarılmasına yönelik olduğunu da görebiliyoruz.
Çok uluslu bu işletmeleri zora sokan nedenlerden belki de en önemlisi, ulaştıkları büyüklük, yani ölçek sorunuydu. Salgın öncesinde tehlikeyi sezen birçok dev şirket ölçek küçültmeye başlamıştı. Bu açıdan bakınca, sürecin devam edeceğini, önümüzdeki dönemde üretim cephesinde birçok büyük işletmenin parçalara ayrılacağını öngörebiliriz. Parçalara bölünecek işletmelerin katma değer yapıları da yeniden değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Çünkü düne kadar katma değer yapıları küresel boyutta değerlendirilirken, şimdi bölgesel hatta ulusal boyutta yeniden değerlendirilecektir. Bu durum birçok işletmenin (ve o işletmelerin faaliyet gösterdiği ülkelerin) katma değer yapısında doğal iyileştirmeler sağlayacak ama diğer taraftan bu durum işletme bazında kârlılığın düşmesi ve artan fiyat ortamları yaratacaktır. Salgın öncesinde birçok ülkede (tıpkı Türkiye’de de olduğu gibi) yerli/milli stratejiler küresel gelişmelerin negatif etkisinden (bağımlılık ve katma değer oranı) dolayı popülerdi. Şimdi bu süreç, salgının da birçok gerçeğin ve ihtiyacın altını çizmesiyle daha da gelişecektir.
AVANTAJIMIZI KORUMAK İÇİN ACİL DESTEK ŞART
Ara özet veya sonuç olarak belirtmek gerekirse; Türkiye makine sektörü gerek ölçek gerekse de yerlilik/millilik konusunda birçok sorun içerse de rakip ülkelere göre yine de avantajlı konumunu koruyor. Küresel boyutta olup ölçekten dolayı sorun yaşayan işletmelerimiz yok denecek kadar az. Bu durum, bugün ve yarın için olumludur. Ama diğer taraftan, Türk makine imalat sanayisinin önemli bir sorunu, çok miktarda küçük ölçekli işletmeye sahip olmasıdır. Burada bir denge oluşmak zorunda!
Bu denge sadece serbest piyasa mekanizmalarıyla oluşamaz. Kamunun çerçeve düzenlemek gibi bir müdahalesi gerekli (kayıt dışılık ve sektörel piyasa gözetlemeleri gibi). Diğer taraftan, değişik programlarla desteklenen yerlileştirme faaliyetleri de bu dönemde kamu tarafından daha fazla desteklenmek zorunda (yerli otomobil, savunma sanayisi için bu yönde gösterilen gayret ve çabaların tüm makine sektörü için yaygınlaştırılması elzem ve şarttır).
TEKNOLOJİYİ EFEKTİF KULLANIYOR MUYUZ?
Tıpkı salgın öncesinde olduğu gibi şimdi de karşılaşılan birçok sorunun çözümünde en etkin güç teknolojidir. Teknolojinin makine uygulamalarında alacağı şekillenme ve seviye, ülkelerin ve işletmelerin rekabet ve görece üstünlük seviyesini belirleyecektir. Örneğin, üretimde ve hizmette kullanılan endüstriyel robotlar bunun bir göstergesidir. Her şart altında üretime devamı mümkün kılan bu durum (24 saat çalışabilen, 1,5 metre sosyal mesafeye ihtiyaç duymayan bir yapı) 2018 rakamlarına göre; her 10 bin çalışan başına Singapur’da 831, Güney Kore’de 774, Almanya’da 338, Japonya’da 327, ABD’de 217, Fransa’da 154, Çin’de 140’tır. Türkiye’de ise bu rakamın oldukça düşük olduğu tahmin ediliyor.
Yüksek fonksiyonlu otomatik makineler ve bunların yardımcısı endüstriyel robotlar, yeni dönemde üretimde daha fazla rol alacak. Makinelerin fonksiyonunu arttıracak uygulamalarsa dijitalleşmenin yardımıyla sağlanacak. Halihazırda zaten uygulamada olan birçok yeni teknolojik/dijital uygulama mevcut. Bu uygulamaların sayısı her gün artıyor ve birçoğunu açık kanallardan tedarik etmek de mümkün! Ama maalesef bu yöndeki çalışmalar Türkiye’de yeteri kadar gündemde değil.
DİJİTALLEŞMENİN ALTYAPISI ÇOK ÖNEMLİ
Gelecek, küresel anlamda ticaret artan bir oranda sadece “gerçek” ürünlerin sınırlar arası hareketliliğini içermeyecek, sanal ürünler de (ki bunlar bilindik sınırları zaten tanımıyor) ihracatta önemli bir yer tutacak. Çok ve yüksek fonksiyonlu makinelerin ihracatı, dijital ikiz, 3D teknolojisi ve uzaktan bakım/ onarım hizmetleri yeni ihracat kalemlerini oluşturacak. Ama tüm bu dijitalleşme hareketi için olmazsa olmaz koşullardan birisi dijital altyapıların sağlam ve güvenli olmasıdır. Zoom toplantıları birçok ülkenin bu alanda ne kadar yetersiz olduğunu da gösterdi. Görüntü var, ses yok ya da ikisi de arızalı veya gecikmeli... Şimdi bu durumu bir de çok daha fazla güvenlik ve altyapı sağlamlığı gerektiren makineler arası iletişim için düşünmenizi rica ediyorum!
DİJİTALLEŞMENİN MERKEZİNDE MAKİNE OLMALI
Türkiye makine sektörünün yelpaze genişliği, atılım gücü, teknoloji ve inovasyona yatkınlığı büyük avantajlarımız olmaya devam ediyor. Bu avantajlı konumun acilen desteklenmesi ve bir üst seviyeye taşınması gerekli. Bunun için de ilk yapılması gereken, işletmelerimizin ve bir bütün olarak sektörün acilen dijitalleşme yönünde güvenli adımlar atmasıdır. Gerek ülke içindeki üretim içeriğini arttırmak gerekse de en yakın ihracat pazarlarımızdaki ihtiyaç ve talebi karşılamak için bu adımlar zorunludur. Türkiye’de tüketim ve finans dünyasında erişilen dijital seviyeye üretimde, makinede ve sanayide ulaşamazsak, ithal bağımlılığımız hiç değişmeyecektir. Bu nedenle dijitalleşmenin merkezinde makine sektörü olmalıdır.