Sanayileşmenin temelinde, ürünlerin belirli toleranslar dâhilinde standartlara uygun olarak üretilmesi ve bunların sorunsuz şekilde birbirinin yerine kullanılabilmesi yatıyor.

Sanayileşmenin temelinde, ürünlerin belirli toleranslar dâhilinde standartlara uygun olarak üretilmesi ve bunların sorunsuz şekilde birbirinin yerine kullanılabilmesi yatıyor. Bu ürünlerin, hızlı ve ekonomik yöntemle üretilmesi için bilimsel araştırmalar yapılıyor ve elde edilen sonuçlar yeni üretim tekniklerinin doğmasına veya mevcut olanların geliştirilmesinde kullanılıyor. Sıvı veya katı ham maddenin belirli biçim ve boyutlara sahip bir geometri içinde sıkıştırılması suretiyle ürünün oluşturulması olarak tanımlanabilen kalıpçılık, birçok ürünün hızlı ve ekonomik bir şekilde istenilen özelliklerde üretilmesi için en uygun yöntem olarak ilk çağlardan itibaren kullanılıyor.

KALIP SEKTÖRÜNÜN TARİHSEL YOLCULUĞU

İnsanoğlu, aslen ilk çağlardan itibaren kalıp ve bu kalıplar üzerinden müthiş boyutlarda üretim gerçekleştiriyor. Henüz Demir Çağı’ndan itibaren taş kalıplar kullanılarak üretim gerçekleştiren insanoğlu, MÖ 4000 yıllarından itibaren bu kalıplarla bakır, altın, gümüş ve demir ham maddelerini kullanarak pek çok ürün imal ediyordu. Kalıbın fonksiyonları ve öneminin tam olarak anlaşılabilmesi ise Sanayi Devrimi ile başladı. Bugünkü anlamda çapak boşluğuna sahip kalıplar, ilk kez 18’inci yüzyılın sonlarında yapılmaya başlanırken, seri üretimin yaygınlaşması ile kalıp teknolojilerinde de yenilikler hızla hayata geçmeye başladı. Dünya Savaşları kalıp sektörünün önemini artırırken, 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren kalıp şekillendirmede otomasyon uygulamaları görülmeye başlandı. İmal edilen parçanın ölçü ve biçim tamlığının, en fazla kalıp geometrisinin gösterebildiği hassasiyet derecesi kadar olabileceği ve bunu hiçbir zaman aşamayacağı gerçeği, sektörün gelişimi için harcanan tüm çabaların merkezinde yer almaya halen devam ediyor. Bununla birlikte, biçim tamlığının oluşturulmasının yanında; kalıbın bu özelliklerini gerek şekillendirme süreci gerekse belirli bir imalat periyodu esnasında koruması gereği, üzerinde çalışma yapılması gereken önemli bir alan olarak sektörün önünde duruyor. Bilgisayar teknolojisinin hızlı gelişimi ve bunun üretim süreçlerine olan etkisi nedeniyle kalıp sektörü çok büyük bir ilerleme kaydederken, daha önceden kalıpla üretilmesi düşünülemeyen parçalar dahi bugün kalıp sektörü için kolaylıkla üretilebilecek pozisyona geldi. Bu sürece paralel olarak, kalıp üretiminde kullanılan tezgâhlar ile ölçme tekniklerinin gelişmesi ve bunların bilgisayarlarla kontrol edilebilmesi, sektör için yeni bir çağın başlamasına yol açtı.

Günümüzde, bilgisayar destekli tasarım, mühendislik ve üretim, modern kalıp sektörünün temeli haline gelmiş durumda. Bu şekilde, en az maliyetle ilk seferde hatasız kalıplar üretiliyor ve sanayinin hizmetine sunuluyor. Gerilme-uzama analizi, ısı transferi gibi mühendislik hesaplarının bilgisayarlarla yapılması, gerçek çalışma şartlarının simülasyonlarla gözlenmesi ve malzeme bilimindeki ilerlemeler, üretilen kalıbın ömrünü de artırıyor ve sektörün hizmet alanlarının çeşitlenmesini beraberinde getiriyor.

KALIPSIZ ÜRETİM OLMAZ

Türk kalıp sektörünün çatı örgütü Ulusal Kalıp Üreticileri Birliği’nin (UKUB) Yönetim Kurulu Başkanı Şamil Özoğul, kalıp olmadan üretim olmayacağının altını çizerken, “Kalıpsız üretim olmaz. Sürdürülebilir kalitede, rekabetçi fiyatlı, birden fazla eş parça üretiminin söz konusu olduğu her koşulda kalıba ihtiyaç var. Kalıp olmadan üretim yapamazsınız. Sanayi ürünlerinin tedarikinde dışa bağımlılığınız artar, ithalat artar, döviz kaybı artar, cari açık büyür” diyor. Kalıp sektörünün her ülke için sanayi tedarik zincirinin en önemli halkalarından birisi olduğunu, dolayısıyla Türk kalıp sektörünün de üretimin olduğu her sektörde, Türkiye’nin kalkınması için son derece önemli olduğunu vurgulayan Özoğul, kalıp sektörünün katma değeri en yüksek olan alanların başında geldiğini de anımsatıyor.

TÜRKİYE’DEKİ TEKNOLOJİ İYİ AMA NİTELİKLİ ÇALIŞAN SAYISI AZ

Dünyada 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren hızlı bir gelişim sergileyen kalıp sektörünün Türkiye’deki atılım yılları ise 2000’li yılların başında oldu. 2000’li yıllara kadar oldukça yavaş bir gelişim sergileyen Türk kalıp sektörü, otomotiv ve beyaz eşya üretim sektörlerinin hızlı gelişimiyle kalıba olan ihtiyacın hızla artmasıyla, bu alanda da küresel gelişmeleri yakından takip etmeye ve mevcut teknolojileri olabildiğince bünyesine almaya başladı. Diğer yandan, organizasyon ve yönetim kültürünü de değişen küresel şartlara uyumlaştırmaya başlayan Türk kalıp sektörü, böylece hızlı bir büyüme hamlesine başladı.

Günümüzde Türk kalıp sektörü, kalıp tasarımı, analiz ve talaşlı imalat süreçlerinde teknolojinin tüm olanaklarından faydalanıyor.

Kalıp sektörü geçmişe kıyasla daha az zanaata dayalı, daha çok bilimsel bilginin kullanıldığı teknolojik bir sektör haline gelirken, bilgi birikimi ve tecrübeyi de göz ardı etmiyor. Ancak nitelikli insan faktörü, hemen her sektörde olduğu gibi kalıp sektöründe de sorun başlıklarının ilk sıralarda yer almaya devam ediyor.

Şamil Özoğul, nitelikli insan faktörünün önemini, “Ancak tecrübe ve ustalığınızı teknolojiyle birleştirebildiğinizde rekabet gücünüz artar ve rakiplerle aranızda fark yaratabilirsiniz. Bugün dünyanın önemli markalarına kalıp yapan Türk kalıpçılarımız var. Yapılabilirlik anlamında bir soru işaretimiz kalmadı. Ama halen aynı performansta çalışan bir kalıbı, bir Alman, bir İtalyan firmasıyla aynı sürede yapamıyoruz. Bu noktada güncel mühendislik teknolojilerini kullanabilme konusunda eksiklerimiz devam ediyor. Kalıp çalışma verimliliği, Alman bir firmanın yaptığı kalıpta olduğu kadar yüksek olmayabiliyor. Sektörün bu eksikliğini hızla gidermemiz gerekiyor” sözleriyle özetliyor.

Avrupalı üreticilerle rekabet edebilen Türk firmaların sayısının ise her geçen gün arttığını ifade eden Özoğul, “Yurt dışına doğrudan kalıp üreten firmalara bakıldığında bu oranın yüzde 40 civarında olduğunu, bu firmaların ortalama yüzde 55’inin ihracata yönelik çalıştığını söyleyebiliriz. İhracat yapılan ülkelerin başında ise yüzde 86 oranıyla Almanya ilk sırada yer alıyor” diye konuşuyor.

KÜRESEL PAZARI ÇİN DOMİNE EDİYOR

Kalıp sektöründe küresel pazarın lideri, Çin olurken, Güney Kore, İtalya, Japonya ve Almanya sektörün güçlü oyuncuları olmaya devam ediyor. BM İstatistik Bölümü verilerine göre Türkiye, küresel kalıp sektörü pazarında halen 16’ncı sırada yer alıyor. Geçtiğimiz yıl yüzde 15,1’lik artışla 213 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren Türk kalıp sektörü, en çok 848049 GTİP kodlu, “Metaller/metal karbürler için diğer döküm kalıplar” ürün grubunda ihracat yaptı. Bu ürün grubunda yüzde 24,6’lık artışla 72,3 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren sektör, 848060 GTİP kodlu “Mineral maddeler için kalıplar” ürün grubunda ise yüzde 95,6’lık bir ihracat artışı yakaladı. Türkiye’nin kalıp ihracatının ilk üç sırasındaki ülkeler Almanya, İtalya ve Bulgaristan olurken, İtalya pazarındaki yüzde 98’lik artış ile Rusya pazarındaki yüzde 40’a ulaşan kayıplar dikkat çekiyor.

Şamil Özoğul, bu veriler ışığında 2016 yılının hem sektör hem de Türkiye için zor bir yıl olmasına rağmen büyümenin devam ettiğini, ancak sektörün alışkın olduğu büyüme rakamlarını yakalayamadığını söylüyor. 2017’nin de zorluklarla dolu bir yıl olacağına da değinen Özoğul, “Son 10 yılda Türk kalıp sektörünün büyüme oranı yüzde 250 olarak gerçekleşmişti. Ara yıllarda düşüşler olsa da 2023 yılına kadar kalıp sektörümüzün yaklaşık yüzde 150 ila yüzde 200 arası bir oranda büyüyeceğini öngörüyoruz” değerlendirmesinde bulunuyor. İstatistiki verilerle sektör öngörüleri arasındaki farkı, “İhracat ve ithalatın tamamı ne yazık ki doğru GTİP numaraları ile kayıt altına alınamıyor. Dolayısıyla sektörün rakamlarını da net ifade edemiyoruz. Bu bağlamda, Türk kalıpçılarının kalıp ihraç ederken doğru GTİP numaralarını kullanmalarını önemle rica ediyorum” sözleriyle açıklayan Özoğul, sektörün gelişme sürecini sağlıklı takip ve analiz edebilmek için doğru şekilde kayıt altına alınmış istatistiki verilerin çok önemli olduğunun da altını çiziyor.

KALIP ÜRETİM SÜRECİNİN YÜZDE 95’İNDE YÜKSEK TEKNOLOJİ VAR

Günümüz sanayi sektörlerinin tamamında olduğu gibi kalıp sektöründe de teknoloji ve Ar-Ge büyük bir önem arz ediyor. Türkiye’de çoğu sektörde olduğu gibi kalıp sektöründeki gelişim de çırak-kalfa-usta ilişkisi içerisinde gerçekleşirken, kalıpçılık mesleği de bilimsel bilginin, teknolojinin yeterince dikkate alınmadığı ve kullanılmadığı, çoğunlukla zanaata, el becerisine dayalı bir anlayış içerisinde gelişim göstermeye çalışmış. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren hızla gelişen otomotiv ve beyaz eşya sektörlerinin daha çok ve daha nitelikli kalıba ihtiyaç duymasıyla birlikte usta kalıpçıların yavaş yavaş bu yeni döneme ayak uydurmasıyla sektör de kısa sürede yüksek teknolojinin kullanıldığı, oldukça nitelikli kalıpların üretildiği, katma değeri en yüksek sektörlerden biri haline gelmiş.

Şamil Özoğul, kalıpçılığın daha çok geliştiği ülkelere bakıldığında CAD-CAM-CAE yazılımlarının, çok hızlı, çok eksenli, çok fonksiyonlu CNC tezgâhların kullanıldığının görüleceğini dile getirirken, “Teknolojinin her türlü nimetlerinden faydalanıyorlar. Çok değil, 30 yıl öncesinde kalıp üretim sürecinin yüzde 80-90 kadarı geleneksel imalat işçiliği gerektiren işlerden oluşurken, bu durum günümüzde tam tersine döndü. Günümüzde kalıp imalat sürecinin yüzde 95 kadarı yüksek teknoloji içeren gelişmiş yazılım, donanım ve tezgâhlar kullanılarak, insani hata riskinin en aza indirildiği ortamlarda gerçekleştiriliyor. Artık kalıplar yüzde 95 oranında makinelerde bitiyor. Kalıpçılığın en önemli katma değer unsuru ise her zaman kalıpçılık bilgisidir. Eğer tüm teknolojik unsurların yanı sıra bu “nasıl bilgisi” ne de sahipseniz, küresel pazarda rekabet edecek gücünüz var demektir” değerlendirmesinde bulunuyor.

Türkiye, teknoloji geliştirme ve Ar-Ge’de halen istenilen seviyede olmasa bile hızlı adımlar atmaya devam ediyor. Bu doğrultuda, halihazırda dünya klasmanında üreticilerle rekabet edebilen birçok Türk kalıp firmasının da olduğu bir gerçek. Ancak Özoğul, halen ustalığa ve el becerisine dayalı üretim yapan kalıpçıların sayısının da azımsanmayacak ölçüde olduğunu anımsatıyor ve “Bu mantıkta kalite, teslim süresi ve maliyet faktörleri tamamen kişilerin performansına bağlı kalıyor. Standartlaşma yok, planlanan hedeflere ulaşılamıyor. Bu tür firmaların varlığı ise sektör geneline olan güveni sarsıyor, kalite ve katma değer seviyesini aşağıya çekiyor” diyor.

BİLGİ VE TECRÜBEDE EKSİKLİK

Bununla birlikte, genel olarak Türk kalıp sektörünün teknoloji, makine, ekipman, yazılım anlamında kayda değer bir eksiğinin olmadığını da söyleyebiliriz. Bu teknolojileri nasıl kullandığımız konusunda ise sorunlarımız devam ediyor. Sonuçta esas olan, kalıptan parçanın çıkması ise Türkiye’deki sektör bunu yapabiliyor ancak kalıp ne kadar zamanda bitiyor; ilk parça kalıptan ne kadar zaman sonra çıkıyor gibi soruların yanıtları sektörü tatmin etmiyor. Bu konuda Şamil Özoğul, “Almanlar aynı kalıbı 1000 saatte yapıyorsa, biz 1500 saatte yapıyoruz. Ama Almanların yaptığı kalıptan beş saniyede bir parça çıkıyorsa, bizimkinden 10 saniyede bir parça çıkıyor. Bu da bilgi ve tecrübe eksikliğinden kaynaklanıyor. Sonuç olarak çıkan parçanın kalitesine bakarsanız hiçbir problem yok. Bu eksiklik, mevcut teknolojileri yeterince iyi kullanamamamızdan kaynaklanıyor. Şunu özellikle vurgulamak isterim. Türk kalıpçısı gelişmek istiyorsa ihracata odaklanmalı. İhracat yapmak için gereken şartları sağlamaya gayret etmeli” diyor. Bu çabaların önemli bir bölümünü ise elbette nitelikli insan kaynağının yetiştirilmesi oluşturuyor. Türkiye’de mesleki ve teknik eğitimin gerek nicelik gerekse nitelik olarak yeterli düzeyde olmadığını ifade eden UKUB Yönetim Kurulu Başkanı Özoğul, “Türkiye’nin nitelikli ara insan gücüne olan ihtiyacı had safhada. Büyüyen Türkiye ekonomisinin küresel pazarda rekabet edebilmesi için nitelikli insan kaynağına ihtiyacı var. Ancak mevcut eğitim sistemi bu ihtiyacı karşılayabilecek durumda değil. Bir yanda sanayi üretimi büyüyor, işgücü ihtiyacı artıyor, sanayici sürekli personel arayışında; diğer yanda ise işsizlik oranı artmaya devam ediyor. Neden? İşsiz insanımız çok ancak istihdam edecek nitelikte insanımız yok. Devlet Planlama Teşkilatı’nın hükümetlere sunduğu beş yıllık kalkınma planlarının hemen hemen tamamında ülkemizdeki mesleki ve teknik orta öğretim düzeyinin yüzde 65’ler seviyesine (genel liseler yüzde 35) çıkartılması hedeflenmesine rağmen bu rakamın bugün tam tersine bir durumda olması, sorunun büyüklüğü kadar tehlikesini de gözler önüne seriyor” uyarısında bulunuyor.

Mesleki ve teknik eğitimde oturmuş, süreklilik arz eden bir eğitim sisteminin halen bulunmadığını söyleyen Özoğul, mesleki ve teknik eğitimde bir devrim olarak kabul edilen 3308 sayılı Mesleki ve Teknik Eğitim Kanunu ile küresel rekabet gücümüzü artırabilecek nitelikli işgücünün eğitilmesi ile ilgili sistemin çerçevesinin çizildiğini, ancak eğitim, ölçme, değerlendirme ve belgelendirmenin objektif ve şeffaf kriterlerle yürütülme standardının sağlanamadığını; mevcut uygulamada meslek lisesi diploması, kalfalık ve ustalık belgesi eğitim sisteminin başarı kriteri olarak kabul edildiğini ve sisteme giren hemen herkesin bu belgelere sahip olması ile “nicelik” elde edilse de “nitelik” sağlanamadığını vurguluyor.

REKABET AVANTAJI İÇİN İNSAN KAYNAĞI ÖNEMLİ

Şamil Özoğul, bu anlamda, piyasanın ihtiyaç duyduğu nitelikte insan kaynağı yetiştirmek için mesleki ve teknik eğitim alan öğrencilerin stajlarının zorunlu hale getirilmesi gerektiğini de dile getirirken, “Uygulama esaslı meslek eğitiminin verimliliği, pratik uygulaması olmayan eğitime göre her zaman daha yüksektir. Uzun süreli özel sektör stajı zorunlu hale getirilmeli, öğrencinin öğrenme döneminde staj yaptığı firmada sürekli olarak tekrara dayalı işler yapması engellenmelidir. Uygulamaya konulabilecek bu yöntemler sayesinde eğitim programının güncel olmaması sorunu da ortadan kalkacaktır. Ticaret sınırlarının kalktığı dünyamızda, bir ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi doğrudan rekabet gücü ile bağlantılıdır. Rekabet gücünün artırılması ise insan kaynaklarına ve alt yapı sistemlerine yapılan yatırımlarla gerçekleşebilir. Ancak bu şekilde istihdam yaratan bir ekonomik büyümeye kavuşulacak ve ekonomik büyüklük, adaletli bir gelir dağılımı sayesinde ekonomik gelişmişliğe dönüşecektir. Bu sayede rekabet avantajı, kişilere yeni iş olanakları olarak geri dönecektir.

Tüm bunların gerçekleşebilmesi için gereken, insan kaynaklarına yatırım yaparken, çağın gereklerine uygun bilgi tabanlı ve takım içerisinde çalışabilen, yeni teknolojileri işinde kullanabilen, birkaç alanda derinlemesine uzmanlaşmış ara personel yetiştirilmesidir. Ancak bu şekilde ülkemizin sürekli övündüğü dinamiklerinden olan genç insan kaynağının işsizliğine çözüm bulunacak ve sonucunda ekonomik büyüme sağlanabilecektir” diyor.

“TEKNOLOJİYİ ÜRETEN OLMALIYIZ”

Peki, teknolojisi yeterli, kalıp üretmeyi bilen ve insan kaynaklarına yatırımı elden bırakmayan Türk kalıp sektörü, yaklaşan, kimilerine göre de çoktan başlayan Endüstri 4.0’a ne kadar hazır? Sektörün bu yeni döneme tam uyumu ve yüksek katma değerli kalıp üretimi gerçekleştirebilmesi için hangi adımlar atılmalı, hangi eksiklikler acil olarak tamamlanmalı?

Şamil Özoğul’a göre, bu sorulara verilecek yanıtlar, tamamen devlet politikaları ve sektörlerin uzun süreli desteklenmeleriyle alakalı… Bu doğrultuda Japonya örneğini veren Özoğul, Japon Kalıpçılar Birliği’nin 1950’de kurulmasıyla birlikte Japon hükümeti tarafından sanayileşmenin en önemli alt yapı taşlarından biri olduğu gerekçesiyle öncelikli desteklendiğini anımsatıyor ve “Sürdürülebilir bir gelişme kültürü oluşturmak üzere 1980’li yıllara kadar farklı hükümetlerin dönemlerinde Japon kalıp sektörü tam altı kez öncelikli sanayi sektörü olarak desteklenmiş. Bugün Japonya, kalıbın en yoğun kullanıldığı otomotiv başta olmak üzere birçok sektörde onlarca küresel marka yaratabildiyse, 60 yıl önce kalıp sektörünün gelişmesi için konulan hedef ve destek uygulama stratejilerinin bu başarıda çok büyük katkısı vardır” diyor. Türkiye’de de son yıllarda sanayiye yönelik birçok desteklerin verildiğini, doğrudan kalıp sektörüne yönelik uzun süreli bir destek verilmese de son dört yıl içinde TÜBİTAK’ın kalıp sektörünü iki kez Öncelikli Alan AR-GE Proje Destek Programı’na aldığını söyleyen Özoğul, ancak bu desteklere rağmen Türkiye’de gerçekleşen Ar-Ge’nin henüz emekleme döneminde olduğunu ifade ediyor. “Son 10 yıl içinde kalıp sektörüne yönelik yaptığı patent başvuru sayılarına göre ABD’de 6 bin 600, Almanya’da 5 bin 650, Japonya’da 5 bin 200, İtalya’da bin 260, Güney Kore’de 785, Çin’de 620 rakamına ulaşmış. Türkiye’de ise bu sayı 39 adet. Bu başvuruların 32’si ise son dört yıl içinde yapılmış” diyen Özoğul, devletin üzerine düşeni yaptığı durumlarda, girişimcilerin de gündemi takip ederek bu tür destek ve teşviklerden faydalanması, fark yaratacak yenilikler geliştirmesi gerekliliğinin altını çiziyor.

OTOMOTİV VE BEYAZ EŞYANIN OLMAZSA OLMAZI

Seri üretimin ve sanayileşmenin temel taşlarından biri olan kalıp sektörünün ürünlerini kullanan sektörler arasında otomotiv, beyaz eşya, inşaat, tekstil, plastik, elektronik, savunma, kauçuk ve lastik, cam ve cam eşyaları sanayi dalları başta geliyor. Kalıp, ekonomiyi güçlendiren ve ekonominin gelişimi gösteren sektörlerin başında yer alırken, sektörün ürettiği katma değer, üretim maliyetlerine kıyasla çok yükseklerde seyrediyor. Üretilen ürünün değerine oranla değersiz sayılabilecek ham madde, üstün tasarım kabiliyeti ve tecrübeyle işlenerek büyük katma değer yaratılıyor. Örneğin, çöp kovası ve kapağı üretiminde kullanılan kalıbın maliyeti 25 bin dolara kadar çıkabiliyor.

Küreselleşme ve gelişen iletişim olanaklarının etkileriyle, arayışların hızla değişim gösterdiği günümüz dünyasında, otomotiv ve beyaz eşya gibi sanayi sektörleri rekabet ortamında sık sık yeni modeller piyasaya sürüyor ve tasarım ortaya çıktıktan sonra da bunun hızla hayata geçirilmesi isteniyor. Söz konusu durum, gerek iç pazar, gerekse de dış pazarda kalıp sektörüne talep olarak dönüyor. Kalıp sektöründe, tasarım ve imalat süreçlerinin çok kısalması, hatta son yıllarda bir yıla kadar düşmesi, kalite ve verimlilikle birlikte çok sayıda ve büyük boyutlardaki kalıpların kısa bir süre içinde imalatının sağlanabilmesini de gerekli kılıyor. Diğer bir ifadeyle, imalatçıların küresel rakipleri arasından sıyrılarak hedeflerine hızlı bir şekilde ulaşabilmesinde kalıp sektörünün başarısı büyük bir öneme sahip.

“SEKTÖR BÜYÜMEYE DEVAM EDECEK”

İNOKSAN Yönetim Kurulu Başkanı Vehbi Varlık da, yeni bir inovasyonun imalata dönüştürülebilmesi noktasında kalıbının üretilmesinin zorunluluğuna vurgu yapıyor. “Yeni araç veya yeni bir ürün tasarlayıp, pazarda tutunabilmek için kalıp teknolojisi ve üretim gücünün önemi göz ardı edilemez. Birçok dayanıklı ticari eşya imalatının kalıplar sayesinde gerçekleştirildiği gerçeğini dikkate alarak, kalıp sektörünün önemini ve gücünü inkar edemeyiz. Günümüzde güçlü bir kalıp sektörü, daha güçlü bir dayanıklı tüketim ürünü endüstrisi anlamına geliyor” diyerek devam eden Varlık, son 10 yılda Türk kalıp sektörünün büyüme oranının yüzde 250’ye ulaştığına dikkat çekiyor. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren hızla gelişen endüstriyel mutfak, otomotiv ve beyaz eşya sektörlerinin daha çok ve daha nitelikli kalıba ihtiyaç duymasıyla birlikte, kalıp sektörünün de bu duruma ayak uydurmayı başardığını ifade eden Varlık, önümüzdeki dönemlerde de sektörün önünün açık olacağı öngörüsünde bulunuyor. “Sanayileşmenin temel taşlarından biri olan kalıp sektörü gelişimini sürdürüyor ve sürdürmeye devam edecektir. Otomotiv sanayisinden beyaz eşyaya, inşaattan savunma sanayisine kadar bütün üretim alanlarında hizmet sunan sektörden bahsediyoruz” diyen Varlık, Türkiye’nin, Avrupa’nın kalıp ihtiyacına cevap veren ülkelerin başında geldiğini ve bunun önemli bir başarı olduğunu dile getiriyor

“DÜNYA ÖLÇEĞİNDE ÜRETİM YAPIYORUZ”

Sarıgözoğlu Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Sarıgözoğlu ise kalıp sektöründe Türkiye’nin göreceli olarak avantajlı olduğunun altını çiziyor ve “Ama kalıp sanayisi sanılanın aksine hiçbir zaman ucuz işgücünün avantaj haline getirildiği bir alan değil. Tam tersi nitelikli ve daha pahalı sayılabilecek, yetkin işgücüne şiddetle ihtiyaç duyuluyor. Pasta kurabiye yapımından savunma, havacılık ve uzay sanayisine kadar her alanda kalıba ihtiyaç var. Kalıp üretiminde Türkiye artık bir eşiği aşmış durumda. Dünya ölçeğinde üretim yapıyoruz. ABD’ye de, Çin’e de ihracatımız var. Ölçeklerimiz son derece iyi. Kalıbın ana girdisi olan döküm konusunda başarılı firmalarımız var. Müşterilerimiz de artık Türkiye’yi keşfetti. Son dönemdeki çalkantılara rağmen müşterilerimiz bize ardı ardına kalıp siparişi verebiliyor. Ulaşım ve iletişim imkânları, günübirlik seyahat yapabiliyor olmamız, ürettiğimiz kalıpları 5-10 günde teslim edebilmemiz bizim için çok ciddi avantaj anlamına geliyor. Tasarım konusunda kendi kendimize yeterli hale geliyoruz. Batıda sadece tasarım yapan firmalar var” diyor.

Mustafa Sarıgözoğlu’na göre sektörün en önemli sorun başlığı ise nitelikli işgücü oluşturmak… 2023 yılı hedeflerinin gerçekleştirilmesi için yeni tesis ve markalara ihtiyaç olduğunu dile getiren Mustafa Sarıgözoğlu, “Yeni makinelerin teşviği, istihdam desteği, kalıp eğitimi veren okulların ve merkezlerin artırılması gerekiyor” uyarısında bulunuyor.