Sanayi üniversite işbirliği kapsamında tübitak 2241 programı için proje üreteceği firmalar arayan Yeditepe üniversitesi..
Sanayi üniversite işbirliği kapsamında tübitak 2241 programı için proje üreteceği firmalar arayan yeditepe üniversitesi Makine Mühendisliği bölümü başkanı Prof. dr. Mehmet akgün teoride olduğu kadar pratikte de kuvvetli olduklarının altını çizerken klasik anlayıştan farklı öğrenci yetiştirdiklerini söyledi.
Dünya pazarında dışa bağımlı olmadan rekabet edebilecek, ülkemizin doğal kaynaklarını bilimsel yöntemlerle en etkin biçimde ürüne dönüştürebilecek, nitelikli insan kaynağı yaratılmasına katkıda bulunacak öğrenci yetiştirdiklerini dile getiren Yeditepe Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akgün endüstrinin çeşitli alanlarına mühendis yetiştirdiklerini belirtti.
Eğitimde öğrencilerin sosyal yönden gelişmesini sağlayacak etkinliklere de önem verdiklerine dikkat çeken Akgün; “Bölümümüzde öğrenci topluluğu etkinliklerinin yanı sıra sanayicilerimizin davetli konuşmacı olduğu konferanslar düzenleniyor.
Öğrencilere sanayicilerle bir araya gelerek mesleği yakından tanıma fırsatı yaratıp dört yıllık eğitimlerinde neler yapmaları gerektiğini anlatıyoruz. Mezun olduklarında onları nasıl bir mühendislik yaşamının beklediğini öğretmeye çalışıyoruz” dedi.
Yeditepe Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde makine tasarımı ve imalatı, robot teknolojisi, enerji üretimi ve kullanımı, akışkan sistemleri, ısıl sistemler ve titreşim alanında eğitim veriliyor.
“KLASİK ANLAYIŞTAN FARKLIYIZ”
İlk defa 2001 yılında makine mühendisliği alanında öğrenci yetiştirmeye başlayan Yeditepe Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akgün, bilimsel ve teknolojik çalışmalar yapan diğer kuruluşlarla yakın işbirliği içinde ve endüstrinin gelecekteki hedeflerini de gözeterek çağdaş koşullarda çalışabilecek nitelikte makine mühendisleri yetiştirmek amacıyla kurulduğunu belirtti. Eğitimlerini klasik anlayıştan farklı olarak verdiklerini ifade eden Akgün; “Yeditepe Üniversitesi Makine Mühendisliği ilk defa 2001 yılında öğrenci almaya başladı. Mezunlarımız imalattan savunma sanayisine, otomotiv sektörüne kadar değişik alanlarda çalışıyor.
Makine Mühendisliği bölümümüzde hazırlık sınıfı hariç yaklaşık 220 civarında lisans öğrencimiz var. Ayrıca lisansüstü, master ve doktora programlarımızda toplam 25 civarında öğrencimiz bulunuyor. Aslında biz genel hatlarıyla klasik bir makine mühendisliği bölümüyüz; eğitim programımızda ısı ve akışkan alanı, termodinamik, katı mekaniği, mukavemet, makine elemanları gibi derslerimiz mevcut. Ayrıca titreşim, kontrol, dinamik, malzeme, üretim gibi alanlarda da ders veriyoruz. Ama bunların üzerinde farklılıklarımız var” dedi.
Bölüm bünyesinde öğrencilerin ve sanayinin rahatlıkla laboratuvarları kullanabildiğini söyleyen Akgün; “Bizim altı tane laboratuvarımız var. Bunun üç tanesi eğitim, diğer üçü de araştırma laboratuvarıdır. Eğitim laboratuvarlarımız ısı, termodinamik, akışkanlar mekaniği, kontrol ve malzeme alanlarını kapsıyor. Araştırma laboratuvarlarımızda da gerek ısı enerji araştırmaları, gerekse robotik, insansız sistemler, biyomekanik ve imalat gibi alanlarda projeler yapıyoruz. Laboratuvarlarımızı öğrenciler belli bir kontrol içinde rahatlıkla kullanabilir.
Özellikle üst sınıf öğrencilerinin proje yaptıkları zalarda çalışma imkanını yakalıyor. Ama daha alt sınıflarda öğrenim gören öğrencilerin özel izin almaları gerekiyor. Sonuçta söz konusu malzemelerimizi korumamız da gerekiyor. Öğrencilerimize belli bir tecrübeyi kazandırdıktan sonra laboratuvarları emanet ediyoruz. Eğer projesi olan bir öğrenci bizden izin alırsa öğrencinin niteliğine, gelişimine, eğitim düzeyine göre belirli bir gözetim eşliğinde laboratuvarlarımızı kullanabilir. Bu durumla beraber elbette sanayiden gelen talepleri de değerlendiriyoruz. Gereksinim duydukları testleri laboratuvarlarımızda yapabiliyoruz” dedi.
Ar-Ge bir kültür, zaman ve birikim sürecidir. Sanayiciler mühendislerini haftada bir gün üniversiteye yüksek lisans için gönderdiğinde ondan bir birim para kaybedebilir; ancak birkaç sene sonra onun sayesinde 5-10 birim para kazanacaktır.
“TEORİK KISMIMIZ KADAR PRATİK YÖNÜMÜZ DE KUVVETLİ”
Yeditepe Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde verilen dersleri belirlerken Danışma Kurulu’nun düşüncelerini dikkate aldıklarını ifade eden Akgün; “Fakültemizin çeşitli bölümlerinin olduğu gibi bizim de bölüm Danışma Kurulumuz var. Bu Danışma Kurulu’nda belli sanayi kuruluşlarından önemli insanlar yer alıyor. Dönem dönem Danışma Kurulu Toplantısı yapıyoruz. Bu toplantılarda onların görüşlerini alıyoruz. ‘Müfredata önerileri var mı, düşünceleri nedir?’ diye görüşmeler gerçekleştiriyoruz. Genel olarak onlarla bölümün eğitim amaçlarını tartışıyoruz.
Onlardan bir bilgi ya da fikir geldiğinde ‘Mezunlarda şu eksik,şu tarafı kuvvetlendirilse iyi olur’ denildiğinde biz bunu müfredata yansıtmaya çalışıyoruz. Üniversitemiz bünyesinde verdiğimiz derslerimizi hem teorik,hem de pratik kısımlar oluşturuyor. Derslerin teorik kısmı olmak zorunda; önce bilgi olacak, arkasından uygulama ve pratik yapılacak. Bu nedenle teorik kısmımızı kuvvetli tuttuk. Fakat uygulama yönü de bizde kuvvetli. Biz üç buçuk sene önce bir müfredat değişikliği yaptık. Burada uygulama kısmımızı geliştirdik. Daha önce bizim bütün ölçmeleri yaptığımız iki tane laboratuvar dersimiz vardı. Bunların sayısını artırdık ve özelleştirdik. Örneğin; bir laboratuvar dersinde hem malzeme, hem kontrol dersi yapılırken şimdi artık malzeme ve akışkan mekaniği deneyleri ayrı laboratuvar dersleri kapsamında yapılıyor.
Bu laboratuvar derslerinde öğrenciler örneğin; bir hafta bilgisayarda sanal olarak yazılımlar yardımıyla deney yapıyor. Yapacakları deneyleri önce bilgisayarda simule ederek oradan teorik sonuçları alıyor. Ertesi hafta da laboratuvarda fiziki deneyleri yapıyor ve iki sonucu kıyaslıyorlar. Bu tip çalışmayı şimdilik belli sayıda deney için yaptırabiliyor olsak da yaklaşımımızın çok önemli ve lisans düzeyi için özgün bir süreç olduğunu düşünüyorum. Çünkü pratikte hayat bu şekilde işliyor. Siz önce bir ürün geliştirmek istediğinizde teorik bir analiz yapıyorsunuz, arkasından üretiyor ve test ediyorsunuz. Biz bunu burada yaratmaya çalıştık.
Bunu elbette her deney için yapamıyoruz; ama yapabildiğimiz deneyler var. Mesela bir malzemenin mukavemetini, dayanabileceği kuvvet ve stresleri belirlemek için numune imal edip test makinesine bağlarsınız. Numuneye kuvvet uygulayarak ne zaman kopacağına bakarsınız. Bunu biz bilgisayarda öğrencilerimize programla simule ettiriyoruz, yani önce sanal ortamda test ettiriyoruz. Bir kopma kuvveti elde ediyoruz. Ertesi hafta makinede test ettiklerinde bakalım o kuvvette mi koptu, bunu kıyaslatıyoruz” dedi.
“SORUNLARLA BAŞA ÇIKABİLMEYİ ÖĞRETİYORUZ”
Müfredata yeni eklenen deney tasarımı dersi sayesinde öğrencilerin birebir sorunlarla başa çıkabilme yeteneğine vakıf olmaya başladıklarını açıklayan Akgün, söz konusu dersin işleyişini bu şekilde anlattı: “Bizim getirdiğimiz bir yenilik daha var. Son sınıflarımıza yeni bir deney tasarım dersi koyduk. Klasik laboratuvar anlayışında deney düzenekleri masada hazır kuruludur. Öğrenciler gelir, orada bir iki bağlantı yapar, ölçmelerini alır, gider evine sonuçları analiz eder, rapor yazar ve sunar. Bu çok standart bir yöntemdir. Biz ise şunu düşünüyoruz: Artık küçük firmalarda bile ürün geliştirme, mevcudu iyileştirme yaklaşımı var. Bizim mezunumuz sanayiye gittiğinde, kendisinden ürün geliştirmesi istenebilecek.
Yahut oluşan bir problem için çözüm veya yenilik getirmesi istenecek. Firma büyük, kurumsal bir firma değilse öğrenci tek başına kalacak. Kurumsal bir firmada yeni mezuna deneyimli bir mühendis yol gösterecektir. Ama daha küçük işletmelerde de teşvikler sayesinde Ar-Ge merakı oluştu. Bu yeni mezuna, ‘Biz şöyle bir şey düşünüyoruz sen ne yapabilirsin?’ denildiğinde neredeyse tek başına yahut iki üç arkadaşıyla sıfırdan bir şeyi düşünmek zorunda kalacak. Ne yapar bu öğrenci? Önce gider teorik olarak araştırır. ‘Neler yapılmış, ben ne yapabilirim?’ diye ufak tefek hesaplar yapar. Arkasından prototip imal eder. Her şeyi kendisi kurar.
Belki o firmanın sahibinden ya da müdüründen çok fazla bilgi gelmeyebilir. Biz bu sürece öğrencilerin hazırlıklı olmasına yönelik üniversitede böyle bir ders koyduk. Üniversitede öğrencilere baştan fazla bilgi vermiyoruz. İsteneni kısaca açıklıyor ve sınırlı bilgi veriyoruz; onlar kendisi araştırıyor. Böyle bir sistem kurmak için ne gerekiyor, hangi parçalar gerekli, nelerden oluşur kafalarında canlandırıyorlar. Tabii arada bize gelip sorular soruyorlar. Daha sonra teorik analiz yapıp, prototip imal edip masa üstünde bu projeyi kendileri bitiriyor. Deney tasarımı ismindeki bu dersimiz 14 haftalık bir ders. Öğrencilere 2’şer, 3’er kişilik gruplar halinde konuyu veriyoruz.
Dönem boyunca o konu üzerinde çalışmak onların görevi. Biz bu dersi üç senedir uyguluyoruz.” Derslerin yanı sıra Mart ayında TÜBİ- TAK ve SANTEZ projeleri için başvuruya hazırlandıklarına dikkat çeken Akgün; “Bölümümüzde TÜBİTAK ve SANTEZ çalışması olarak son altı yıl içerisinde 10 kadar proje tamamladık. Verimli çamaşır kurutucu geliştirme ve otomobil klimalarında gürültüyü azaltma amaçlı SANTEZ projelerimiz bitti. Son zamanlarda bitmiş projelerimiz arasında kalp pompası geliştirilmesi
ve by-pass ameliyatlarında kan akışıyla ilgili projelerimizi sayabilirim.
İnsansız mayın tarama amaçlı hoverkraft ve hassas imalat için mikro robot projelerimiz de geçen sene bitti. Yeni bitenler haricinde şu an hala devam eden iki projemiz var. Bir tanesi, titreşimden enerji üretimine yönelik bir TÜBİTAK projesi. Ortopedik ameliyatlardan sonra kemik uzatmaya yönelik SANTEZ projemiz de bitmek üzere. Mart ayında yeni projeler için başvuruya hazırlanıyoruz” dedi.
“SANAYİ, İŞBİRLİĞİNE HER ZAMAN SICAK BAKMIYOR”
Üniversite sanayi işbirliğine dikkat çeken Akgün sözlerini şöyle sürdürdü: “Sanayi işbirliği ve üniversiteler arasındaki aksamanın nedeni iki tarafın da birbirini yeterince tanımamasıdır.
Fakat 10 sene öncesine göre ciddi bir yakınlaşma var. Aslında 1996-1997 yıllarından itibaren TÜBİTAK, Ar-Ge konusunda teşvikler vermeye başladı. Bu teşvikler 1997-1998 yıllarında artarak sürdü. Bugün TÜBİTAK ve SANTEZ destekleri açısından iyi noktadayız.
Buna rağmen Batı ülkelerindeki kadar birbirimize yakın değiliz. Bunun nedenlerinden bazılarını sanayide görüyorum. Onlarda da ürün geliştirme kültürü oluşmaya başladı; ama yeterince açık değiller.
Sanayimizde şöyle bir sorun görüyorum: Türk makine sanayisinde, özellikle orta ve küçük ölçekli firmaların para kazandıkları sürece kaygıları yok. Bu nedenle üniversite ile işbirliğine, deyim yerindeyse burun kıvırıyorlar. ‘Probleminizi çözelim, bir elemanınızı bu işe ayırın’ dendiğinde üretimle o kadar meşguller ki önemsemiyorlar. Tabii bu yaklaşımın çok da doğru olmadığını kriz dönemlerinde anlıyorlar. Oysa, küçük ve kısmen orta ölçekli firmaların Ar-Ge’ye ve üniversiteyle işbirliğine önem vermeleri gereken zaman, en karlı oldukları zamandır.Bunun bilincine varmaları gerekir. Karlı olduğunuz zaman fazladan bir veya bir kaç mühendis istihdam edin ve bir üniversiteyle yapacağınız
Ar-Ge projesine bu mühendisleri ayırın. Çünkü para kazanıyorsunuz. Ama ‘Cebimdeki her kuruşu maksimize edeyim, ilerisini sonra düşünürüz’ derseniz kriz anında ağlamaya başlarsınız. İşler kötü deyip sıkıntıya düşen firma sayısı çok fazla. Şirketlerin karlı oldukları anda ‘Daha fazla nasıl ileri gidebilirim?’ diye düşünmesi gerekir. Kriz zamanında ayakta kalabilenler yeni ürün geliştirenlerdir. Ya da kriz zamanında boş kalan mühendisinizi işten atmayın, onu Ar-Ge’ye yönlendirin. Ar-Ge bir kültür, zaman ve birikim sürecidir. Bunların yanı sıra sanayi bilgiye eskiye göre daha çok kıymet veriyor; ama hala yeterli önemi veremiyor.
Gerçekten eğitimde bilgi şart. Bu eğitim kelimesiyle sadece lisans eğitimini kastetmiyorum. Lisans diplomalı mühendis yeterli değildir. Firmaların çalışanlarını lisans üstü eğitim yapmaya teşvik etmeleri lazım. Örneğin; bize sanayiden gelen mühendisler var, yüksek lisans yapıyorlar. Haftada yarım gün iş yerinden izin alabiliyor. Diğer firmaların da ne yapıp edip bu izni, hatta biraz daha fazlasını vermeleri gerekiyor.
Sanayinin üniversitenin dilini, üniversitenin de sanayinin dilini anlaması lazım. Ama bilimin ve teknolojinin de kendine özgü bir dili var. Bu dili sanayinin öğrenmesi gerekiyor. Bu dili öğrenmeleri de ancak elemanlarının o ortamda bulunmasıyla gerçekleşir.”Üniversitelerle sanayinin işbirliği yapmasında her iki tarafın artı kazanımları olacağını söyleyen Akgün; “Sanayinin bilgi düzeyinin yükselmesi lazım.
Bilimsel uygulamalar konusunda daha çok bilgi sahibi olması gerekir. Sadece bilim sanayiyi çok ilgilendirmeyebilir; ama bilim bir noktada teknolojiye dönüşür. Bu nedenle o konuda daha çok bilgi sahibi olmak lazım. Sanayi şunun farkına varmalı: Mühendisini bir gün üniversiteye gönderdiğinde ondan bir birim para kaybediyorsa birkaç sene sonra onun sayesinde 5-10 birim para kazanacak.
Üniversitelerin de asli görevlerinden biri ülkeye, bilime hizmettir. Üniversite sanayinin problemlerini daha yakından öğrendiği zaman biz de belki daha çok ihtiyaca yönelik araştırma yapacağız. Bu da bizim kazancımız olacak. Biz pratik uygulamalar yaptıkça üzerimize artı kazanımlar ekleyeceğiz. Sanayiyle işbirliği yapabilen ve ürün geliştirebilen bir üniversite olarak adımızı duyurabileceğiz. Daha fazla öğrenci çekeceğiz, bu da bize ve ülkemize olumlu olarak geri dönecek” dedi.
Sanayiyle üniversitelerin işbirliği konusunda TÜBİTAK ’ın yeni bir programı başladı. TÜBİTAK 2241 programı için Ar-Ge yapıp proje üretebileceğimiz firmalar arıyoruz.
“TÜBİTAK 2241 PROGRAMI KAPSAMINDA FİRMA ARIYORUZ”
Sanayinin de üniversitelere destek olması gerektiğine değinen Akgün; “Amerika ya da Avrupa’da sanayi ve devlet kuruluşları üniversitelere Ar-Ge projeleri vererek ciddi mali katkı sunuyor. Bunu her iki taraf da yapıyor. Bu yapıldığı için üniversiteler gelişiyor. O gelişmiş laboratuvarlar devletin verdiği bütçeyle ortaya çıkmıyor. Sanayinin desteği de çok önemli yer tutuyor. Üniversitelere yaptıkları projeler karşılığında para veriyorlar.
Böylelikle olması gereken laboratuvarı üniversitenizde kuruyorsunuz. Bizde de sanayi üniversitelere destek olmanın yalnızca devletin görevi olmadığını anlamalıdır. Bu sanayinin de görevidir.
Çünkü uzun vadede bizim yetiştirdiğimiz mezunlar geri dönüp onlara hizmet veriyor. Bunları görmeleri lazım. Birebirde ‘Ben paramın karşılığını şu anda almıyorum, buna destek vermem’ mentalitesinin değişmesi gerekir. Toplumdaki her kuruluşun kamu ya da özel olsun ülkeye bir şey katması gerekir” dedi. TÜBİTAK’ın yeni programına da dikkat çeken Akgün son olarak 2241 programını anlattı: “Sanayiyle üniversitelerin işbirliği konusunda TÜBİTAK’ın yeni bir programı başladı.
2241 lisans bitirme projelerine destek kapsamı altında oluşturulan programın ayrıca yarışma ayağı da var. Hem yarışmalar düzenleyip ödül verme gibi amacı var, hem de üniversite ve sanayiye destek oluyorlar. Biz bu desteği fark ettikten sonra yakınlarımızda bir sanayi bölgesine görüşmeye gittik. Ar-Ge yapmak, ürün geliştirmek isteyen firmalarla tanışmak istedik. Birinden pozitif yanıt aldık; ama başka bir sanayi bölgesinde de tam tersiyle karşılaştık. Bu paylaşımın ve ortak çalışma kültürünün ülkemizde yaygınlaşması gerekmektedir.”
KAAN GÖKBULAK MAKİNE MÜHENDİSLİĞİ 2. SINIF ÖĞRENCİSİ
“MEZUN OLUNCA KOLAY BİR İŞ HAYATI BEKLEMİYORUZ”
“Makine mühendisliği programına girerken zor olacağını hayal ediyordum. Ve evet bizim bölümümüz zor bir bölüm. İyi not alabilmek için uzun süre ders çalışmanız gerekiyor. Bölümümün gittikçe zorlaşacağını biliyordum. Aslında ben çok fazla makine mühen- disliğini hayal ederek kayıt olmadım. Burs aldım, tercih ettim, şimdi okuyorum. Ama sonradan alıştım ve sevmeye başladım. Gelecekte daha çok tasarıma yönelik çalışmayı düşünüyorum. İleride ‘Tasarımla ilgili olarak ne yapabilirim?’ diye düşünüyorum. Bizim okulumuz da öğrenciyi çalışmaya zorlayan bir yapıya sahip. Elbette bizi mezun olunca da kolay bir çalışma hayatının beklemediğinin farkındayım.”
BERNA SAYGINER MAKİNE MÜHENDİSLİĞİ 2. SINIF ÖĞRENCİSİ
“Makine mühendisliği benim hayalimdeki meslek değildi. Biraz ailemin de etkisi oldu, daha doğrusu öyle olması gerekti. Ben de puanım tutunca kayıt oldum. Ailem de zaten İzmir’de makine sanayinde doğal gaza yönelik kendi firmalarında çalışıyor. Özellikle üniversitede kız yoğunluğu da az olduğu için ben okulda zorlanıyorum. Açıkçası üniversitede ve gelecekteki iş hayatında kadın yoğunluğunun az olması benim için önemli bir etken. Ailemden bu şekilde bir şey gelmeseydi ben makine mühendisliği bölümünü tercih etmezdim. Başka bir kurumda makine mühendisi ve bir kadın olarak çalışmak zor bir şey. Gelecekle ilgili olarak yine makine sek töründe; ama aile şirketimiz bünyesinde çalışacağımı düşünüyorum.”
BERK ATEŞ MAKİNE MÜHENDİSLİĞİ 2. SINIF ÖĞRENCİSİ
“MAKİNE MÜHENDİSİ OLMAK HAYALİMDİ”
“Makine sektörüne yönelik televizyonda izlediğim bazı belgeseller çok ilgimi çekiyordu. Bu yüzden isteyerek makine mühendisliği bölümünü seçtim. Tamamen bilinçli olarak bu bölümü kazandım. Yarı burslu okuyorum. Şu anda 2. sınıf olduğum için ileride ne olacağıma dair çok net bir şey söyleyemiyorum. Neticede burada sınıfımız gereği teorik eğitim alıyoruz ve tanıyıp öğreniyoruz. Zaman geçtikçe bize neyin uygun olup, neyin olmayacağını karakterimiz ve yeteneklerimiz gösterecek. Şu anda çok zorlanıyoruz. Kolay bir bölüm olmadığını büyüklerimiz söylüyordu. Ancak gerçekten ciddi anlamda zor bir bölüm. Yine de bunun faydalı ve yararlı olduğunu da biliyorum. İleride sektörde de aynı zorlukları yaşayacağımızı düşünüyorum.”
ÖZGE AKBEY
MAKİNE MÜHENDİSLİĞİ 4. SINIF ÖĞRENCİSİ
“KABİLİYETLERİMİ KEŞFETTİM”
“Ben makine mühendisliği bölümüne çok isteyerek girdim; ama bu kadar zor olacağını hiç tahmin etmiyordum. Daha çok üst sınıflara geldikçe ve çalışmaya başladıkça zorlandık. İlk üniversiteye başladığım günkü merakla şimdiki halim arasında hiçbir fark yok. Hala bu sektöre olan ilgim artarak ve merakla devam ediyor. Daha da içine girip sistemleri gördükten sonra işi daha fazla komplike anlamaya başlıyorsunuz. ‘Acaba şunu şöyle tasarlasam ne olur, bunu böyle yaptım neden olmadı?’ gibi şeyleri düşünmeye başlayınca ilginiz artıyor. İkinci sınıftayken tabii ki bunları söylemek daha zordu. Dersleri aldıkça insan kendisini daha iyi tanıyor. Hangi dersten daha çok keyif alıyorsunuz, hangi dersi daha iyi yapıyor ya da yapamıyorsunuz bunları görüyorsunuz.
Ben o zamanlar daha çok motor ve akışkan konusunda tercih yaparım diye düşünüyordum; ama akışkana çok fazla kabiliyetimin olmadığını gördükten sonra fikirlerim değişti. Zaten bu konuda öğretmenlerimiz de bizlere yardımcı oluyor. Ben şimdi 4. sınıfta olduğum için kendi içimizde de bölümlere ayrılmaya başladık. Katı mekaniği üzerine daha çok çalışmaya başladım. Programlamayı da aldıktan sonra simülasyon ve laboratuvar daha çok ilgimi çekti. Bilgisayarda hesaplamalarımızı yapıyoruz. Böyle olunca daha fazla ilgi duymaya başladım.
Şu an için dersler güzel gidiyor. Özel sektörde çalışmayı planlıyorum. Ayrıca akademi alanında da yükselmek aklımın bir köşesinde var. İş hayatında rutin olmayan, sirkülasyon halinde bir yapı var. Okulda öğrendiğiniz biraz daha teorik bilgi. Ama iş hayatında sürekli pratik yapıyorsunuz. Dolayısıyla orası daha zevkli.”