Temuçin Arbak tarafından 1970 yılında İzmir’de kurulan Tibet Makina, faaliyete başladığı İlk yıllarda otomotiv, tarım ve deri sektörlerine yönelik yedek parça üretimi gerçekleştirdi.

Temuçin Arbak tarafından 1970 yılında İzmir’de kurulan Tibet Makina, faaliyete başladığı İlk yıllarda otomotiv, tarım ve deri sektörlerine yönelik yedek parça üretimi gerçekleştirdi. 1980’li yıllarda ilk ekskavatörlerin üretimine başlanmasıyla o yıllarda Türkiye’de üretilmeyen kule dönüş dişlilerinin imalatına yöneldi. Firma, yine o dönemin yeni sektörü olan lunapark makinelerine de önemli oranda kule dönüş dişlisi tedarik ederek artan talepler doğrultusunda yatırımlarını bu yöne kaydırdı. Bugün itibariyle kule dönüş dişlisi, rulman yatakları ve alüminyum tel yataklı dişlileri imalatını sürdüren firma ürünlerini dünyanın farklı ülkerine ihraç ediyor.

Tibet Makina şirket yapılanması hakkında bilgi verir misiniz?

Tibet Makina, Arbak Grup bünyesinde faaliyet gösteren bir aile şirketidir. Her ne kadar aile firması dinamiklerini içinde taşısa da kurumsallaşma yolunda hızla ilerliyor. Ar-Ge’ye verdiğimiz önem sayesinde ülkemizde birçok ilke imzamızı attık. Bu yöndeki çabalarımız çeşitli kuruluşlar tarafından da destek buldu. “Yapılmayanı Yapmak!” en önemli hedeflerimiz arasında. Ülkemize katma değeri yüksek ürünler kazandırma çabası içinde başarılı çalışmalar yürütüyoruz.

Üretiminizi nerede ve nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

Firmamız, İzmir Menemen’de bulunan 4 bin 500 metrekaresi kapalı, 15 bin metrekarelik tesisinde 70 çalışanıyla hizmet veriyor. Söz konusu tesisimize 1997 yılında taşındık ve o tarihten bu yana çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz.

Ürün çeşitleriniz ve bunların özellikleri hakkında bilgi verir misiniz?

Firma bünyesine 1987 yılında katıldım. Fakat araya askerlik girdiğinden 1990 yılından sonra katkı vermeye başladım. Görevlerim kapsamında Ar-Ge konusuna yoğunlaştım. Babamla birlikte bir konuda uzmanlaşma kararı aldık. Bu kapsamda seçimimizi de kule dönüş dişlisi olarak belirledik. Çünkü bu, Türkiye’nin ihtiyacı olan ancak üretemediği bir parçaydı. Yatırımlarımızı da bu ihtiyaca göre şekillendirmeye başladık. Aslında bu üretim alanını sivil ve savunma sanayisi biçiminde iki bölümde ele alabiliriz. Sivil alanın ihtiyacına yönelik: İş makineleri, mobil ve kule vinçler, inşaat makineleri, rüzgar enerjisi, demir-çelik, gemicilik ve tersaneler, yol makineleri, madencilik gibi sektörlere 250 milimetreden 4 bin 500 milimetre çapa kadar kule dönüş dişlisi ve rulman yatakları üretiyoruz. Savunma sanayisi alanında oldukça iddialıyız. Söz konusu sektörün ihtiyaçlarına yönelik, dünyada sadece üç-dört firmanın üretebildiği alüminyum tel yataklı dişlileri imal ediyoruz. Ülkemizin ve dünyanın önemli firmalarının onaylı tedarikçisiyiz. Üretilemeyeni üretmeye çalışan bir firma olarak bizim bakış açımıza göre imkansız diye bir kavram yoktur. İnsan bir şeyi hayal edebiliyorsa o mutlaka yapılabilir. Bu sektöre girmek için adımlarımızı atmaya başladığımızda bize engel olmaya çalışan ve bunun imkansız olduğunu söyleyen bir çok çatlak ses çıktı. Ancak biz yılmadık ve geldiğimiz noktada çok gururluyuz. Ürettiğimiz parçalar uçaksavar, radar, tank, obüs, karadan havaya roket rampaları, ağır toplar, anten sistemleri ve helikopter gibi araçlarda kullanılıyor. Ürettiğimiz parçanın yurt dışından temininde çeşitli yaptırımlar ve engellemeler mevcut. Tibet Makina olarak böyle bir parçayı bu topraklarda üretmenin haklı gurunu yaşıyoruz.

“AR-GE YATIRIMLARIMIZA KAYNAK AYIRMAYI SÜRDÜRECEĞİZ”

Ar-Ge faaliyetleri çerçevesinde geliştirdikleri en yeni ürünün rüzgar türbinlerinin ana rotor rulmanı olduğunu söyleyen Tibet Makina Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Genel Müdürü Tibet Arbak, “Daha önce kanat ve kule rulmanlarını üretiyorduk şimdiyse rotor rulmanını da üreterek, rüzgar türbinindeki tüm ana rulmanları imal edebilir duruma geldik” dedi. Firmalarının Ar-Ge çalışmalarının hızla devam ettiğini söyleyen Arbak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Rüzgar türbinlerinin kanat ve kule dişlileri için yaptığımız Ar-Ge çalışması TÜBİTAK tarafından desteklendi. Yaklaşık 5 milyon euro ciromuzun olduğu dönemde 1 milyon euro’luk Ar-Ge yatırımı yaptık. Bizim gibi küçük ölçekli bir firma için hatırı sayılır bir miktar. Her ne kadar iş makineleri sektörüne üretim yaparak başlamış olsak da, ürünlerimiz; enerji, demir çelik, savunma ve havacılık, arıtma, şişeleme ve paketleme gibi birçok sektörde kullanılıyor. Ancak sektörler bazında bakıldığında hepsinin kendine has kalite gereklilikleri mevcut. Biz de çalışmalarımızı sektörel bazda ayırarak değişik projeler gerçekleştirdik ve çalışmalarımızın neticesini de çok kısa sürede aldık. İki projemiz TÜBİTAK, 2014 yılındaki bir projemiz de İZKA (İzmir Kalkınma Ajansı) tarafından desteklendi. Rüzgar türbinlerinin ana rotor dişlisi üretimi projemiz kapsamında tasarım ve prototip imalatına başladık. Bu projeyle 1 milyon 750 bin TL’lik yatırım yaptık. Çalışanlarınızın gelişimi konusunda ne tür faaliyetler gerçekleştiriyorsunuz? Firmamız çalışanlarının hepsi bizim için çok değerli. Çeşitli eğitimler çerçevesinde onların hem kişisel, hem de mesleki gelişimlerine katkı sunuyoruz. Bazen de personelimiz kendileri için gerekli olduğunu düşündükleri eğitimleri bildiriyor, bizler de bu konuda kendilerine her türlü desteği veriyoruz. Firmamızda çalışan sirkülasyonu çok azdır. Çırak olarak çalışmaya başlayan bazı arkadaşlarımız emekli oldu.

Ulusal ya da uluslararası fuarlara katılıyor musunuz? Fuarların firmanız için öneminden bahseder misiniz?

Ankiros, Ankomak, Hannover Messe, Idef, Idex, Ewea, HusumWind gibi birçok sektörel fuara katılıyoruz. Fuarların önemini çift yönlü olarak değerlendirebiliriz. Bunlardan ilki kendi ürünlerimizi tanıtarak sektörde kalitemizle “Bizde varız!” demek. Fuarların taşıdığı önemin diğer bir başka yönü de, sektördeki yenilikleri, trendleri ve olası potansiyelleri yakalayabilmek. Teknoloji artık çok hızlı değişiyor. Gözünüzü yaptığınız işin üstünden biraz ayırırsanız hemen geride kalıyorsunuz ve bu durum da size hem zaman, hem de para kaybettiriyor.

Firmanızın ihracat potansiyeli hakkında bilgi verir misiniz?

Global kriz öncesinde üretimimizin yüzde 75’ini ihraç ediyorduk ve bu oranın içinde en büyük payı rüzgar enerjisi sektörü alıyordu. Ancak krizden sonra işler biraz değişti. Dört müşterimiz faaliyetini durdururken bir müşterimiz de işini küçülterek sadece yerel alıma başladı. Diğer sivil sektörlerde de durum pek farklı değil. Genelde Avrupa ülkelerine ihracat yapıyoruz ve ekonomik krizin hala etkilerini sürdürdüğünü görebiliyoruz. Savunma sanayisine yönelik ihracatımız şu an ağırlıkta. Her alanda kesintiye gidilse de savunma sanayisine yönelik ihtiyaçlar durmuyor.

İhracat konusunda yaşadığınız sorunlar var mı? Sektördeki mevcut sorunların çözüm yolu sizce nedir?

Sektörde birçok problem mevcut. Rekabetin acımasızca sürdüğü dünya pazarında söz sahibi olmak için eskiden sadece kalite yeterli bir ölçüttü. Ancak şimdi hem kalite, hem düşük maliyet aranıyor. Maliyetlerin ülkemizde yüksek olması maalesef pazarda rekabet şansımızı azaltıyor. Bu yüzden çok sorun yaşıyoruz. Birçok ülkede olduğu gibi, özellikle lokomotif sektörler kapsamında belli bir miktarın üzerindeki projeler için bizde de devlet sübvansiyonu sağlanmalı. Türkiye özellikle enerji konusunda dünyanın en fazla yatırım yapan ülkelerinden biri. Rüzgar enerjisi sektöründe neredeyse Avrupa’nın en büyük müşterisi konumunda. Ancak her nedense bize ürün satmaya gelmeleri gerekirken, biz onlara gidip “Aman ne olur bize türbin satın!” diyoruz. Bu çok saçma bir durum ve zaten bizden başka müşterileri de yok. Bu kapsamda sivil offset yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Örneğin Türkiye’ye türbin satacak x firmasına türbinin yüzde 75’i oranında Türk malı ürün kullanma zorunluluğu getirilmeli. Ülkemizde türbinin tüm komponentlerini ayrı ayrı imal eden birçok firma var. Güney Afrika her alanda bu uygulamayı gerçekleştirerek büyük bir başarı yakaladı.

Türkiye makine üreticiliği bakımından sizce ne durumda?

Ülkemiz makine üretimi konusunda daha ileri bir seviyede olmalıydı ancak maliyetlerin yüksekliği ve bunun gibi birçok sebep yüzünden maalesef hak ettiği yerde değil. Devletin bu konu özelinde yaptırımlar uygulayarak zorlayıcı ve bunun yanında da destekleyici bir tutum sergilemesi lazım.

Sektöre bakıldığında size göre en büyük problem nedir?

Kalifiye eleman eksikliğinin en büyük problem olduğunu düşünüyorum. Meslek liselerinin mevcut durumu dolayısıyla artık teknisyen ve tekniker düzeyinde eleman bulamıyoruz. Oysa bu nitelikleri taşıyan personel üretimin belkemiğini oluşturuyor. Ayrıca mühendislerimizin de kendilerine bir alan belirleyip uzmanlaşması ve işi mutfağına girerek öğrenmesi lazım. Aksi halde yaptıkları işte fark yaratamayıp kaybolacaklardır.

Tibet Makina olarak gelecek hedeflerinizden bahseder misiniz?

Hammadde hariç üretimimizin tamamını kendi bünyemizde gerçekleştiriyoruz. Bu noktada tek handikabımız hammaddenin ürüne biçimde özel yurt dışından geliyor olması. Bu durum bize hem süre, hem de maliyet açısından çok büyük yük getiriyor. Hedefimiz yeni kuracağımız tesisimizde hammaddeyi de kendimiz üretmek.