Küresel anlamda taşların yerinden oynamaya başladığı yıldı 2008. ABD’de taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak tutulu satışlardaki (morgage) kişisel iflas...

Küresel anlamda taşların yerinden oynamaya başladığı yıldı 2008. ABD’de taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak tutulu satışlardaki (morgage) kişisel iflasların artmasıyla derinleşen 2008 krizi, sadece gelişen ülkeleri değil gelişmekte olan ülkeleri de etkiledi. 2000’li yıllarda ABD’de şişen konut fiyatlarının, 2008 yılına gelindiğinde sert bir şekilde inişe geçmesi, yüksek risk ve yüksek faizli kredi piyasasının çökmesine, kredi faizlerini ödeyemeyen düşük gelirli ailelerin iflas etmesine ve konutlarına el konmasına neden oldu. Morgage Krizi de denen bu dönemin sadece bu kadarlık bir etkisinin olduğunu sanılıyordu. Ancak durumun tüm mali piyasaları etkileyen zincirleme reaksiyona dönüşmesi ABD’li yatırım bankalarının ardı ardına iflas açıklamalarıyla yeni bir boyut kazandı. 2008’de başlayan küresel ekonomik kriz, etkilerini 2011’de de (Euro Krizi) özellikle Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde sürdürdü. Bu dönemde, gelişmiş ülke ekonomileri büyük ölçüde daraldı, gelişmekte olan ülkelerden ise yoğun sermaye çıkışları gerçekleşti. Kamu borçlarının çığırından çıktığı AB’de aynı zamanda rekabet gücünde de azalma yaşamaya başladı.

ÇOK TARAFLI MÜZAKEREDEN İKİLİ MÜZAKEREYE…

Küreselleşme, tüm dünyada şirketler bazında hızlı bir şekilde devam ederken, Doha Kalkınma Turu’ndan itibaren yapısal ve hukuki süreçler neredeyse tamamen durmuştu. Yaşanan tıkanma temel yapısal sorunlara işaret ediyordu. Bu sorun, yatırım başta olmak üzere üretimden lojistiğe, tüketimden dış ticarete kadar ülkelerin ekonomilerindeki farklı yapılar ve rekabet güçlerinden kaynaklanmaktaydı. 2008 krizinde ülkelerin taviz vermesini zorlaştıran faktörler, dış ticarette 2011 sonrasında cesur hamleler atmasını da engelledi.

Batının küresel ticarette zorlanmaya başlaması, Rusya, Hindistan ve Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin irtifa kazanması da süreci zorlayan etkenler arasındaydı. Sorunların orta vadede çözümünün mümkün görünmemesi, küresel ticaretin hukuki ve yapısal statiğinin önündeki ekonomik engeller ülkeleri farklı arayışlara itti. Bu nedenle ülkeler, bu yapıları çok taraflı müzakereler yerine ikili müzakereler yolu ile kurmaya yöneldi. İşte Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na (TTIP) giden yolun taşları da böylece döşendi. Uluslararası ticarette yaşanan güncel sorunlara bölgesel bir çözüm arayışını ifade eden AB ve ABD arasında başlatılan TTIP müzakereleri, taraflara geniş bir serbest ticaret alanı oluşturmanın ötesinde, küresel ticaret norm ve kurallarını da yeniden belirlemeye çalışacakları bir platform sundu. ABD ve AB, iki taraf arasındaki ticarette tarifelerin ve teknik engellerin kaldırılması, ticaret ve yatırımların kolaylaştırılması hedefleriyle TTIP müzakerelerine, 2013 yılının Şubat ayında başladığını duyurdu. Haziran ayında ise ilk görüşme gerçekleştirildi. ABD ve AB arasındaki ticarette gümrük vergilerinin kaldırılması, gümrük kapılarındaki gereksiz, tekrar oluşturan idari prosedürün azaltılması, hizmetler alanındaki kısıtlamaların kaldırılması, ürünlere ilişkin uluslararası standartların belirlenmesinde işbirliğine gidilmesi yoluyla ticaretin, pazara girişin ve doğrudan yatırımın kolaylaştırılmasını, üretimin, istihdamın artırılması ile büyümenin sağlanmasını amaçlayan TTIP müzakerelerinde, gümrük vergileri, standartlar, teknik düzenlemeler, kamu alımlarında şeffaflık ve yatırımcıyı korumaya ilişkin anlaşmazlıkların halli mekanizmaları gibi neredeyse bir “Ortak Ekonomik Alan” oluşturacak konuların görüşülmesi sürecinin fitili de yakılmış oldu.

KÜRESEL TİCARETTE YENİ DÖNEM

Küresel ticarette kartların yeniden dağıtıldığı TTIP, sadece ABD ve AB arasındaki ekonomik işbirliği modelini değiştirmekle kalmayacak aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerinde küresel ticaretten alacakları payların yeniden belirlenmesini sağlayacak gibi. ABD ile AB’nin TTIP müzakereleri ile bugüne kadar bir serbest ticaret alanı oluşturulması konusunda atılmış en iddialı girişimi başlattıkları konuşulurken, üçüncü ülkelerin bu müzakerelerde nasıl pozisyon alacakları da henüz netleşmiş değil. AB ve ABD’nin dünya Gayri Safi Yurt İçi Hâsılasının (GSYH) yaklaşık yarısını (yüzde 46,7), dünya ticaretinin de üçte birini (yüzde 30,4) teşkil ettiği düşünüldüğünde, TTIP sonrası yeni ekonomik sistemde küresel ticaretin yönünün nasıl bir seyir alacağı da şimdiden görülüyor. Her iki tarafın da karşılıklı yatırımların değerinin 3,7 trilyon dolar olduğu düşünüldüğünde, ticaret ve yatırım ilişkisinin boyutlarının dünya ekonomisi açısından ne ifade ettiği daha iyi anlaşılıyor.

TTIP, ABD ve AB’nin daha önce uluslararası alanda mutabakata varılamayan ya da yeterli ilerleme kaydedilemeyen pek çok konuda ‘ileri düzenlemeler’ yapmak suretiyle; küresel kuralları belirleyecek kapasiteye ulaşmalarına imkân tanıyor. Bu bağlamda, müzakerelerin ticarete ‘sınırda’ düzenleme ve kısıtlama getiren gümrük tarifelerinin çok ötesinde, ‘sınır ötesi’ diye adlandırılan konuların ele alınacağı kapsamlı bir zemine oturtulması, küresel ticaretin tabi olacağı yeni kurallara emsal teşkil etmesi bekleniyor.

Aslında TTIP müzakerelerini, Atlantik bölgesinde ABD ve AB’nin anlaşmaya çalıştığı ekonomik ve ticaret ilişkisi düzenini, ABD’nin Pasifik’te bir süredir yürüttüğü başka bir ortaklık arayışı olan Trans-Pasifik Ortaklığı (Trans-Pacific Partnership - TPP) ile birlikte değerlendirmek gerekiyor. Uzun ve zorlu müzakereler sonrasında oluşturulması amaçlanan TTIP’in, TPP ile birlikte ‘derinleştirilmiş’ konuları kapsayan ‘yeni nesil’ anlaşmaların en kapsamlısı olması da yine beklentiler arasında yer alıyor.

DÜNYA TİCARETİNDE TEMKİNLİ İYİMSERLİK

Dünya üretiminin yüzde 44’nün ABD ve AB’nin kontrol ettiği ekonomik büyüklük olması, TTIP’in önemini daha da artırıyor. 2015 yılı itibarıyla 28 üyeli, 500 milyon nüfuslu AB’nin, 17 trilyon dolar tutarındaki GSYH’sı, dünya üretiminin yüzde 22’sine tekabül ediyor. 313 milyon nüfuslu ABD’nin, 17 trilyon dolar olan GSYH’si de dünya toplamının yüzde 22’sini oluşturuyor. Bu iki blok dünya üretiminin yüzde 44’ünü elinde tutarken, anlaşmanın taraflara dünya ticaretine de pozitif bir etki yaratacağı öngörülüyor. Taraflar, dünya ticaretinin üçte birinin serbestleşmesi anlamına gelecek ortaklığın, milyonlarca iş yaratacağını ve her iki pazarın da büyümesini hızlandıracağını söylüyor. Center for Economic Policy Research tarafından yapılan araştırmaya göre anlaşma sonucunda Avrupa’da 2027 yılına kadar yıllık milli gelirin 68 ile 119 milyar Euro, ABD’de ise 50 ile 95 milyar Euro arasında artması bekleniyor. Avrupa Komisyonu’nun yaptığı hesaplamalar ise TTIP’in Avrupa ekonomisini 120 milyar Euro, ABD ekonomisini de 100 milyar Euro büyüteceğini söylüyor.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’na (TEPAV) göre, bu anlaşmanın kapsamının öngörüldüğü ölçüde derin olması halinde, gerek ABD gerek AB pazarında, üçüncü ülkelerin rekabet yapısına, pazara giriş şartlarına ve istihdamına yapacağı etkiler de artacak gibi görünüyor. Üçüncü ülke ihracatçıları, ABD pazarında paylarını Avrupalı rakiplerine, Avrupa pazarında ise Amerikalı rakiplerine kaptıracağı tahmin ediliyor.

Almanya Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yaptırdığı bir çalışmaya göre de, anlaşma sonucunda Türkiye, Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Japonya, Meksika, Kanada, Avustralya ve Kanada gibi ülkeler açısından pazar kaybıyla birlikte bir refah kaybı da bekleniyor. İsveç Ticaret Bakanlığı, tarifelerin kaldırılıp, tarife dışı engellerin kapsamlı şekilde azaltılması halinde, dünyanın geri kalanı açısından refah düşüşü etkisinin yüzde 0,15, üretimlerindeki katma değer azalışı ise yüzde 0,40 olacağını söylüyor. Yani TTIP, bu haliyle uygulanırsa, AB ve ABD’nin kazanan taraflar olarak dünya ticaretinde diğer gelişmekte olan ülkelerle arasındaki makası açacağını gösteriyor.

TTIP DIŞINDA KALMANIN BEDELİ 20 MİLYAR DOLAR

TTIP sadece ABD ve AB ekonomilerini büyütmekle kalmıyor, yatırım ve teknoloji transferi yoğunluğu yaşanmasına da neden oluyor. Bu durumda üçüncü ülkelerin müzakere sürecinde nasıl sürece ekleneceği ya da yeni bir model ile zincirin halkalarından biri olacağı da öne çıkıyor. Türkiye uzun yıllardır Gümrük Birliği’nin (GB) kapsamının genişletilmesi ve yeniden düzenlenmesi yönünde AB kurumları nezdinde çalışmalarını sürdürürken, TTIP müzakereleri AB’nin imzaladığı her serbest ticaret anlaşmasının doğrudan Türkiye’yi de bağlamasına neden oluyor. Yani Türkiye de diğer tüm AB üyeleri gibi anlaşma yapılan ülkeye gümrüklerini açıyor.

Ancak AB ile anlaşıp, Türkiye ile ikili bir ticaret anlaşması yapmayan ülkeler için aynı dunedeniyrum söz konusu değil. Yani Türkiye ile ayrı bir anlaşma yapmayan bir ülke Türkiye’ye gümrüksüz mal sokarken, Türkiye’den ithal ettiği ürünler için gümrük tarifelerini çalıştırabiliyor. Türkiye’nin TTIP’in dışında kalması durumunda GB’yi askıya almak istemesinin sebebi de bu. AB’nin daha önce imzaladığı anlaşmalar geçmişten beri Türkiye’yi rahatsız ederken, TTIP sonrası ABD ekonomisinin büyüklüğü ve Türkiye ticareti için önemi düşünüldüğünde bu pazarı kaybetmek çok daha büyük bir tahribata sebep olacak görüşü ağırlık kazanıyor. Bu nedenle Türkiye, TTIP öncesi GB’nin kapsamının genişletilmesi ve Türk ekonomisinin küresel ticarette makasın açılması ile birlikte teknoloji transferi, yatırımlar, ihracat ve dış ticarette uğrayacağı kaybın telafisine çalışıyor.

Washington’daki Brookings Enstitüsü Türkiye uzmanlarından Prof. Dr. Kemal Kirişçi’nin hazırladığı bir raporda Türkiye’nin TTIP dışında kalmasının maliyetinin 20 milyar dolar olacağı belirtiliyor. AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır da TTIP dışında kalmanın Türkiye için maliyet kaybına neden olacağı konusunda benzer bir görüşü dile getiriyor. Türkiye’nin yıllık 5 milyar dolar kayıp yaşayacağını aktaran Bakan Bozkır, “AB ile ABD arasında müzakereleri sürdürülmekte olan TTIP’ın, ülkemizin her iki tarafla uzun yıllara dayanan stratejik, politik ve ekonomik ortaklık ilişkisi dikkate alındığında, önemli sonuçlar doğurması beklenmektedir. Bildiğiniz üzere GB uyarınca, AB’nin ‘Ortak Ticaret Politikası’nı üstlenme yükümlülüğü bulunduğundan Türkiye, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemini üstlenmektedir. TTIP süreci, Bakanlığımız tarafından Ekonomi Bakanlığı ile eşgüdüm halinde yakından takip edilmektedir” diyor.

BAKAN BOZKIR: “AB İLE MUTABAKAT SAĞLANDI”

Türkiye ekonomisinin son yıllarda göz dolduran bir performans sergilediğinin ve 2008-2009 yıllarında ortaya çıkan küresel finansal krizin etkilerini en hızlı atlatan ülkelerden birisi olduğunun altını çizen Bozkır, şunları söylüyor: “Türkiye halen dünyanın en büyük 17. ekonomisidir. 2023 yılı hedefimiz ise ilk 10 ekonomi arasına girmek ve ihracatımızı 500 milyar dolar seviyesine çıkarmaktır. Bu vesileyle, gerçekleştiğinde dünya ekonomisinin yüzde 50’sini, ticaretinin ise yüzde 30’unu oluşturması beklenen TTIP’e dâhil olma hususuna da değinmek gerekiyor. Ülkemiz uzun yıllardır Kuzey Atlantik Paktı’nın bir üyesidir ve AB’ye tam üyelik yolunda kararlılıkla ilerlemektedir. Böylelikle sadece ekonomik nedenlerle değil, siyasi ve stratejik olarak da bu ortaklığa dâhil olunması önem taşımaktadır. Konunun ekonomik boyutu da yadsınamayacak seviyededir. Yapılan bazı bağımsız araştırmalara göre TTIP’e dahil olmamamız GSYH’de yüzde 2,5 seviyesine varacak kayıplara yol açabilecektir. Dahil olmamız halinde ise önümüze yeni ticaret ve yatırım imkanları açılacaktır. Bu amaç çerçevesinde, gerekli tüm hassasiyetin ve görüşmelerin sürdürüldüğünü belirtmek isterim.” TTIP’e dahil olmak ya da olmamak sadece Türkiye için değil gelişmekte olan ülkeler için de hayati bir öneme sahip. AB-ABD arasında anlaşmanın imzalanması halinde, TTIP dışında kalan Rusya’nın kaybının 44,9 milyar dolar, Çin’in 35,2 milyar dolar ve Hindistan ekonomisinin de 35,3 milyar dolar zarar göreceği hesaplanıyor. İşte AB Bakanı Bozkır da Türkiye açısından TTIP çerçevesi içinde AB ile GB’nin kapsamının genişletilmesinin önemine vurgu yapıyor. “Bu noktada asıl sorun, GB nedeniyle AB’nin serbest ticaret anlaşması imzaladığı bazı üçüncü ülkelerle, söz konusu ülkelerin isteksizliğine bağlı olarak benzer anlaşmalar imzalanamamasıdır” diyen Bozkır, ticareti olumsuz etkileyen durumları da şöyle aktarıyor: “Bazı AB üye devletleri tarafından Türkiye’de kayıtlı karayolu taşıtlarına uygulanan geçiş kotaları, işadamlarımıza ve kamyon şoförlerimize uygulanan vizeler ve Gümrük Birliği ile ilişkili konularda AB’nin karar alma mekanizmalarına katılamama durumumuz ticareti olumsuz etkileyen diğer sıkıntılar arasında yer almaktadır. Ülkemizin bu süreçten temel beklentisi, öncelikle GB’nin yapısından kaynaklanan bu sistematik sorunların çözüme kavuşturulması, bilahare GB’nin yeni alanlara genişletilmesiyle değişen dünya koşullarına uyum sağlanması ve ekonomik ilişkilerimizin güçlendirilmesidir. Bu sürecin iş dünyası için çok büyük fırsatlar yaratacağını düşünüyorum. Hâlihazırda GB’nin güncellenmesine ilişkin müzakerelerin çerçevesi konusunda AB ile bir mutabakat sağlanmıştır. 2016 yılında tarafların hazırlıklarını tamamlaması ve müzakerelerin 2017 yılında başlaması öngörülmektedir.”

“İŞ DÜNYASI SÜRECİ TAKİP ETMELİ”

İş dünyasının küresel gelişmeleri yakından takip ettiğini, değişen rekabet ortamına hızla adapte olduğunu hatırlatan Bozkır, GB’nin kapsamının genişletilmesi başta olmak üzere TTIP ve benzeri gelişmelerin de iş dünyası tarafından yakından takip edilmesinin önemine vurgu yapıyor. “Günümüz ticari ortaklıklarının vazgeçilmezi olan karşılıklı ticaret için gerekli teknik koşullara uyum sağlamak adına şimdiden hazırlıklara başlanması önemlidir” diyen Bozkır, GB sayesinde bu alanda çok önemli ilerlemeler kaydedildiğinin de altını çiziyor. Bozkır, “Artık Türk malları herhangi bir engel olmadan AB pazarlarına doğrudan girebilmekte, çünkü üretildikleri teknik kriderler AB ile aynı koşulları içeriyor. Bunun sürdürülmesi ticarette teknik engellerin aşılması için önem arz etmektedir” diyor. Dünya ticaret hacminin yüzde 42’sini, dünya gelirinin ise yüzde 47’sini oluşturan büyük çaplı ticaret ve yatırım ortaklığı çabasının küresel ticaret sisteminin tamamına etkileri olacağını belirten Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci de, GB’nin TTIP sürecinden doğrudan etkileneceği söylüyor. “AB ve ABD’nin birlikte oluşturdukları blok, pek çok ülke gibi Türkiye’nin de en önemli ticaret ve yatırım ortağıdır. Ancak Türkiye’yi diğer ülkelerden daha özel bir konuma sokan AB ile mevcut GB’dir” diyen Bakan Tüfenkci, Türkiye’nin AB ile imzaladığı GB Anlaşması’nda bir takım risklerle karşı karşıya kaldığını kabul ediyor. Tüfenkci, bu riskleri şöyle sıralıyor: “Öncelikle, GB kapsamında halen yürürlükte olan hükümlere göre AB, üçüncü ülkeler ile serbest ticaret anlaşması imzalama serbestisine sahip olduğu halde, Türkiye’nin ilgili bu süreçlere dâhil olma şansı ve herhangi bir söz hakkı bulunmamaktadır. Yine GB kapsamında yürürlükte olan hükümlere göre her ne kadar AB tek taraflı bu serbestiye sahip olsa da ülkemizin Avrupa Birliği’nden bağımsız olarak üçüncü ülkeler ile serbest ticaret anlaşması yapma hakkı bulunmamaktadır.”

TTIP’in ABD mallarının ülkemize ticari engellere tabi olmadan girmesine olanak tanıyacağını, Türkiye’nin ürünlerinin söz konusu pazarlara giriş yaparken halen ticari engellere tabi olması sorununu ortaya çıkaracağını hatırlatan Bakan Tüfenkci, “AB ile müzakere yapan ülkelerin Türkiye ile STA yapma konusunda isteksiz olmaları ve AB’nin imzaladığı her STA paralelinde Türkiye menşeli ürünlerin AB’deki göreceli avantajının azalması ve rekabetin artması durumunu doğurmuştur. Türkiye aleyhine oluşan riskler çerçevesinde AB ile ABD arasında gerçekleştirilecek kapsamlı bir ticaret anlaşmasının Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerine bakıldığında etkilerin yönünün ve boyutunun Türkiye’nin anlaşmaya taraf olup olmamasına ve ABD ile ayrı bir STA imzalamasına bağlı olarak değişiklik gösterdiği tespit edilmiştir” diye ekliyor.

“SERBEST TİCARET REFAHI ARTIRIR”

TTIP’in en önemli etkilerinden birinin Türkiye dış ticareti üzerinde olacağını da hatırlatıyor Bakan Tüfenkci. TTIP dışında kalan bir Türkiye’nin ihracatında yüzde 12,5, ithalatında ise yaklaşık yüzde 2 oranında bir azalmaya yol açacağını belirten Tüfenkci, başta ekonomi olmak üzere TTIP’in sosyal sonuçlar doğuracak kadar önemli bir konu olduğunu aktarıyor. “Anlaşmanın ticareti artırıcı, saptırıcı; refah yaratıcı ya da azaltıcı etkilerinin analizi başta anlaşmanın muhatapları olmak üzere tüm ülkeleri yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’nin TTIP’in dışında bırakılmasından kaynaklanacak refah kaybının düzeyi ise tartışmaya açık gözükmektedir” diyen Bakan Tüfenkci, Türkiye’nin TTIP’e dahil olması durumunun, dâhil olamaması durumuna göre GSYH’nin yüzde 4,6’sı kadar bir milli gelir kazancı sağlayacağına da işaret ettiğini söylüyor. Tüfenkci, Türkiye’nin TTIP sürecine dahil olmasının, AB ve ABD’nin GSYH büyüme rakamlarına da olmaması durumuna göre daha yüksek bir katkı sağlayacağının altını çiziyor.

“Bu durum serbest ticaret anlaşmasına taraf olan ülkelerin hepsinde, serbest ticaretin milli geliri artırdığına güzel bir örnek olup; serbest ticaret refahı artırır tezini desteklemektedir” diyen Tüfenkci, TTIP’in sadece sürece dâhil olan ülkeleri kapsamasından dolayı, anlaşmanın dışında kalan ülkeler için gümrük tarifeleri ve tarife dışı engellerin de uygulanmaya devam edeceğini belirtiyor. Anlaşmanın dışında kalan ülkelerin ihracatının çok yüksek oranda düşeceğinin tahmin edildiğini de hatırlatan Tüfenkçi, “TTIP’in en büyük etkisi, doğal olarak, imalat sanayinde gözlemlenecektir. Anlaşmanın etkisi sadece imalat sanayi veya AB-ABD’ye ihracat yapan sektörler ile sınırlı kalmayacaktır. Anlaşma yürürlüğe girdikten sonra imalat sanayinin AB-ABD’ye ihracatı önemli oranda azalacağından, bu ülkelere ihracat yapan sektörlerin üretimi de düşecektir. Böylelikle ihracat yapan sektörlere ara girdi sağlayan diğer sektörler de çarpan etkisiyle süreçten etkilenecektir. TTIP, sadece ihracat yapan sektörleri veya firmaları etkilemeyecek, ekonominin tamamı üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olacaktır” diyor.

“ABD İLE MUTABIK KALINDI”

TTIP sürecinde ABD ve AB arasında bugüne kadar 12 tur müzakere düzenlendiğini belirten Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Mayıs 2013 tarihinde Washington’da ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı görüşmede konuyu ele aldığını hatırlatıyor. Bu görüşme sonunda, GB nedeniyle TTIP’in ülkemiz üzerindeki muhtemel etkileri de dikkate alınarak, Türkiye ile ABD arasında ticaretin serbestleştirilmesi ve ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi hedefiyle “Yüksek Düzeyli Komite (YDK)” kurulması konusunda mutabık kalındığını belirten Elitaş, şöyle devam ediyor: “Söz konusu Komite’nin eş başkanlığının ise Ekonomi Bakanlığı ve ABD Ticaret Temsilciliği tarafından yürütülmesine karar verilmiştir. Hâlihazırda söz konusu Komite, Bakanlar düzeyinde iki toplantı gerçekleştirmiştir. Ayrıca, YDK’nın çalışma prensiplerini ve usullerini ortaya koyan ‘Çalışma Programı’ da kabul edilmiştir. Önümüzdeki dönemde YDK’nin, tesis edilecek muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sının yol haritasının hazırlanacağı bir platform olması amaçlanmaktadır.”

AB’nin aksine, Türkiye’nin ABD pazarı ile entegrasyonunun daha sınırlı olduğunun belirtildiği Dünya Bankası 2014 Raporu’na göre, AB ile ABD’nin ikili ticaretteki tüm tarifeleri kaldırdığı ancak Türkiye’nin ABD pazarında sınırlamalara tabi olmaya devam ettiği söyleniyor. ABD’den ithalat için tarife uygulamaya devam ettiğinin varsayılmasıyla yapılan genel denge simülasyonunda, Türkiye’nin 130 milyon dolar kadar bir refah kaybının olacağı da yine raporda dile getirilen tahminler arasında yer alıyor. Bunun 120 milyon dolarlık bölümünün Türkiye’nin AB-ABD pazarlarında artan rekabet ile karşı karşıya olmasının yol açacağı ticaret koşullarındaki kötüleşmeden kaynaklanacağının belirtildiği raporda şu önemli tespitler de yapılıyor.

“Türkiye ABD’li üreticiler üzerindeki ithalat tarifelerini kaldırırsa (veya ABD ticareti AB üzerinden saptırılır ve Türkiye’ye gümrüksüz bir şekilde girerse) refah kaybı yıllık 160 milyon dolara yükselebilir. Eğer AB, ABD ile bir STA yapar ve Türkiye yapmazsa, en büyük ihracat kaybının motorlu araçlar ve parçaları sektöründe yaşanacaktır. Ancak, Türkiye’nin ABD ile bir STA imzalaması durumunda, TTIP sonucunda yıllık 130 milyon dolar düzeyinde bir refah kazanımı elde edebilecektir. Türkiye’nin ihracatındaki en yüksek artışlar tekstil ve giyim sektöründe olacaktır. Metal sanayi ihracatının ise ABD’de yüzde 22,5, AB’de ise yüzde 12,1 oranında artacağı beklenmektedir. AB ve ABD arasındaki karşılıklı ticarette maliyetlerin düşmesi, diğer ülkelerden hem AB’ye hem de ABD’ye ihracatın göreli maliyetlerini de artıracaktır. Bu durum doğal olarak, başta imalat sanayi ürünleri olmak üzere, TTIP dışında kalan ülkelerin ticaret hadlerini ciddi oranda bozacak ve bu ülkelerden ABABD’ye ihracatı önemli düzeyde düşürecektir.”

ÜÇÜNCÜ TARAFLARA RIHTIMLAMA ÇÖZÜMÜ

Diğer taraftan, ülkemizin TTIP müzakerelerinin son aşamasında müzakere sürecine dahil olması anlamına gelen Rıhtımlama (docking) Modeli’nin TTIP’e dahil olunabilmesi için gündeme gelebilecek seçenekler arasında” olduğunu belirten Elitaş, Rıhtımlama Modeli ile AB ve ABD dışında TTIP’e dahil olmak isteyen üçüncü tarafların sürece dahil olmasının yolunun açılacağını dile getiriyor. Söz konusu yöntemin TPP müzakereleri sırasında da gündeme geldiğini, Kanada, Meksika ve Japonya’nın müzakere sürecine sonradan dâhil olduğunu hatırlatan Bakan Elitaş’ın bahsettiği “Rıhtımlama Modeli”, üçüncü tarafların TTIP sürecine dahil olması konusunda yeni bir yöntem öneriyor. Bu yöntem ilgili çevrelerde yakından takip edilirken, Türkiye gibi gelişmekte olan ve anlaşmaya dahil olmak isteyen üçüncü taraflara da bir kapı aralıyor. Rıhtımlama Modeli temel olarak AB ile ABD arasında müzakerelerin tamamlanması sonrasında Türkiye’nin ortaklığa katılması şeklinde özetleniyor.

Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, TTIP müzakerelerinin sona ermesine yakın bir süreye kadar Türkiye’nin sürece adapte edilmesi ve AB’nin bu tarihe kadar ABD ile görüşmelerde Türkiye’yi kayıtsız şartsız destekleyeceğini de resmi olarak duyurmasının öngörüldüğünü söylüyor. Rıhtımlama Modeli ile Türkiye’nin de iki ülke arasında hâlihazırda sürmekte olan müzakerelerde görüşülen hususları zamanı geldiğinde aynen kabul ederek yürürlüğe geçirmesinin beklendiğini aktaran Tüfenkci, “Hiç şüphe yoktur ki, ülkemizin küresel ticaretin gelecek dönemi için oyun kurallarını değiştirici nitelikteki bir ortaklığın bir şekilde içinde bulunmasının orta ve uzun dönemde faydalı sonuçları beraberinde getirmesi beklenmektedir. Ancak, rıhtımlama seçeneğinde ABD ile AB arasında müzakerelerin belirli bir aşamaya gelinmiş olacağı ve tarafların kendi çıkarları doğrultusunda birçok konu üzerinde uzlaşmaya varacağı göz önüne alındığında, anlaşmaya bu yöntem ile dâhil olması düşünülen ülkemizin tüm bu hükümleri olduğu gibi kabul etmesi gerekecektir. Bu model içinde ABD ile AB arasında anlaşmaya varılmış alanlarda alınan kararları müzakereye dâhil olmaksızın kabul etmiş olacağımızdan, tıpkı GB’ye girdiğimiz dönemdeki gibi ilk etapta öngörülmeyen problemlerin çıkma ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır” diye de ekliyor.

ALTERNATİF ÜÇ POLİTİKA

TTIP Anlaşması’na dâhil edilmesi durumunda bile Türkiye’nin süreçten olumsuz etkilenebileceği ve şimdiden bu konuda gerekli tedbirleri alması önemli görünüyor. Öncelikle, dış ticaret açığını artırmadan bir ekonomik büyüme modeline geçilebilmesi için özellikle temel sanayi dallarında yatırım ortamının iyileştirilmesi ve yeterli teşviklerin verilmesi gerekiyor. Bu anlamda uygulanacak teşvik ve ticaret tedbirleri, yerli üretimi ithalattan daha cazip kılacak şekilde tasarlanmalıdır diyen uzmanlara göre Türkiye’nin AB ile GB gibi özellikli bir durumunun bulunması, AB-ABD arasında imzalanacak TTIP’in önemini daha da artırıyor. Türkiye’nin bu süreçten daha az etkilenmesi için üç politika alternatifinden bahseden Bakan Tüfenkci; “Türkiye, TTIP sürecine paralel olarak ABD ile bir STA yapabilir, mümkün olan en kısa sürede AB’ye tam üye olabilir ya da AB ile olan GB derinleştirilebilir. Bu seçeneklerden şu an için en uygun görünen, alternatifin sonuncusudur. Türkiye, TTIP sürecine girmeye nitelikleri itibariyle uygun bir ekonomi olup, bununla beraber şu aşamada Türkiye’nin GB’nin derinleştirmesi yönünde göstereceği çabalar aynı zamanda bu konularda yapılacak reformları da hayata geçirebilecektir” diyor.

Türkiye için bir başka seçeneğin de, müzakerelerde ilerleme kaydedilip bazı konular üzerinde anlaşmaya varıldıktan sonra oluşacak olgun ortama, sonradan katılmak olduğunu belirten Tüfenkci, Kanada ve Japonya’nın TPP müzakerelerine bu yolla dâhil olduğunu hatırlatıyor. Müzakerelerde belirli bir aşamaya gelinmesi nedeniyle, AB ve ABD arasında bir mutabakat sağlanması halinde Türkiye’nin anlaşmayı olduğu gibi kabul etmesi zorunluluğunun doğacağını da ifade eden Tüfenkci, AB ile imzalanan GB anlaşmasına atıf yaparak şunları aktarıyor: “Türkiye, AB ile GB nedeniyle AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’ların ardından benzer şekilde bu ülkelerle STA imzalamaktadır. TTIP müzakerelerinin tamamlanması ve anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından Türkiye’nin ABD ile imzalayacağı bir STA’nın, TTIP’in dışında kalma seçeneğinden daha olumlu sonuçlar doğuracağı düşünülmektedir.”

“TTIP, KOBİ’LERDE ÖNEMLİ SONUÇLAR DOĞURACAK”

Türkiye ekonomisinin yaklaşık yüzde 95’ini oluşturan KOBİ’lerin TTIP süreci sonunda nasıl etkileneceği de Ekonomik ve Sosyal Düşünce Araştırma Geliştirme Vakfı (ESAGEV) ve Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED), Şubat 2016’da yayınladığı raporda ayrıntılarıyla inceleniyor. Türkiye’de de ekonominin motoru olan KOBİ’lerin sayısının 3,5 milyona ulaştığı, işletmelerin yüzde 99,8’inde 250 kişiden az çalışan bulunduğu vurgulanan raporda 10’dan az kişi çalıştıran mikro KOBİ’lerin tüm işletmelere oranının ise yüzde 93,7 olduğu tespit ediliyor. Bu oran AB ülkeleri ile paralellik gösterirken, AB’de faaliyet gösteren yaklaşık 22 milyon işletmenin de yüzde 92,6’sının mikro KOBİ olduğu aktarılıyor. Rapor sonucu ortaya konan şu tespitler, Türk KOBİ’lerinin TTIP sürecine dahil olması ya da olmamasının çok önemli sonuçlar doğuracağını gösteriyor:

“AB’de sanayi sınıfındaki KOBİ’lerin mikro sınıfta yer alanları Türkiye’ye göre daha azdır. AB’de sanayi sektöründe mikro KOBİ’lerin oranı yüzde 82,9 iken, bu oran Türkiye’de yüzde 87,2’dir. Ülkemiz üreticileri, AB’ye nazaran daha çok küçük işletmelerden oluşmaktadır. Bu durum özellikle KOBİ’lerin ihracat ve finansman güçlerini sınırlandıran bir faktördür. Türkiye’deki mikro ve küçük girişimler ihracatımızın yaklaşık yüzde 38,1’ini gerçekleştirmiştir. Bu da mikro ve küçük işletmelerin ortalama ihracat rakamının 1,2 milyon doların altında olduğunu gösteriyor. KOBİ’lerimizin ihracattaki aktifliğine benzer bir tablo AB ülkelerinde de görülmekteyken, AB ülkelerinden Almanya ve İtalya gibi büyük ihracatçıların, mikro ve küçük ölçekli KOBİ’lerinin ihracat hacmi Türkiye’ye benzemesine rağmen, bu ülkelerin orta ölçekli KOBİ’lerin ihracatçı Türk KOBİ’lerin yaklaşık üç kat daha büyük ihracat hacimlerine ulaştığı görülüyor. Bunun sonucu olarak, Türkiye’deki KOBİ’lerin finansal yapısı ve üretim yapısıyla, AB’deki KOBİ’lere göre daha zayıf olduğu görülmektedir. Nitekim pazar çeşitliliği açısından da benzer olarak ihracatçılarımızın yüzde 44,6’sı sadece tek ülkeye ihracat gerçekleştirmiştir.” Kısacası, KOBİ’lerimizin ölçek ve pazara giriş sorunları olduğuna vurgu yapan rapora göre, TTIP benzeri bir oluşumun, yeni ticari kurallar getirerek, yeni pazara giriş problemleri yaratacak olmasının göz önüne alınması gerektiği belirtiliyor. İhracatçı Türk KOBİ’lerinin, yeni şartlara uyum sağlayacak pazara giriş, ölçek ve finansman kapasitelerinin zayıf olması gerekçesiyle ek sıkıntılar yaşayacağı tahmin ediliyor.

TTIP’IN, MAKİNE SEKTÖRÜNE ETKİLERİ

ABD’nin de AB’ye yüksek makine ihracatı bulunduğunu belirten MAİB Ekonomi Danışmanı Dr. Can Fuat Gürlesel, AB’nin ithalatının yüzde 32’sini ABD’den yaptığına dikkat çekerek, AB’nin daha çok kendi arasında ticaret yapmakla birlikte ABD’de önemli bir pazar payına sahip olduğunu vurguluyor. “Anlaşma ile birlikte ABD’de, AB üye ülkelerinin kendi içlerinde sahip oldukları avantajlara büyük ölçüde sahip olacaktır. Böylece önemli bir avantaj elde edecektir” diyen Dr. Gürlesel, ABD’nin AB pazarında Asyalı rakiplerine karşı da avantaj elde edeceğini belirtiyor. Türkiye’nin 2015 yılında makine ihracatının 10 milyar dolar, en büyük makine pazarının da AB ülkeleri olduğunun altını çizen Dr. Gürlesel, şunları da ekliyor: “Türkiye’nin AB’ye makine ihracatı 5,6 milyar dolar olmuştur. ABD’ye makine ihracatı ise 2015 yılında 747 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. ABD ile AB arasında anlaşmanın yapılması halinde Türkiye için AB pazarında ABD’li rakiplerin baskısı artacaktır. Türkiye pazarında da ABD’li üretici ve ihracatçıların erişim olanakları ve rekabet güçleri artacaktır. ABD pazarına girişte ise AB’li üretici ve ihracatçılar Türk makine sanayi karşısında avantaj elde edecektir.”

Türkiye’nin bu etkileri dengelemesi için ya ABABD anlaşmasına eş zamanlı olarak taraf olması ya da ABD ile yine eş zamanlı olarak anlaşma yapması gerektiğinin altını çizen Dr. Gürlesel, bunun sağlanması halinde AB-ABD pazarında rekabet koşullarının eşitleneceğini söylüyor. Türkiye’nin anlaşmanın dışında kalması halinde rekabette haksız bir ortamın oluşacağını düşünen Dr. Gürlesel, “Bu haksız rekabet ortamı AB pazarında ABD’li rakiplere, ABD pazarında ise AB’li rakiplere pay kaptırılmasına yol açabilecektir. AB pazarı Türkiye’nin makine sanayinde en önemli ve büyük gelişmiş pazarıdır ve karşılaşılacak kayıpların telafisi güç olacaktır. ABD pazarı ise alternatif ve yeni pazarlar içinde en yenisi ve ihracat çabalarının yoğunlaştığı en büyük pazardır. Bu nedenle AB ülkelerinin artacak rekabeti ABD pazarındaki çabalarımızı zorlayacaktır. Türkiye pazarına girişte ise ABD genel olarak nispeten düşük tarifelerle karşılaşmaktadır. Ancak Türkiye ithalatta bazı Tarife dışı engeller uygulamaktadır (ürün standartları, güvenlik düzenlemeleri ve çevre standartları). Türkiye pazarına giriş için mevcut tarifeler düşük olmasına rağmen, ABD Tarife dışı engellerdeki azalma ile rekabet gücü kazanabilecektir. ABD Türkiye’ye özelleşmiş makine ve ekipman ihracatını artırabilecektir” diyor.

“TÜRKİYE TTIP’İN DIŞINDA KALMAMALIDIR”

Anlaşmanın sağlanması halinde karşılıklı gümrük vergilerinin indirilmesinin iki taraf için de rakip ülkelere göre ve özellikle Asyalı ihracatçılara göre avantajlar sağlayacağını ifade eden Dr. Gürlesel, ABD’nin en büyük makine ithalatçılarının AB ülkeleri, Çin, Güney Kore, Japonya ve Tayvan gibi Asyalı ülkeler ile NAFTA içinde Kanada ve Meksika olduğunu ekliyor. Dr. Gürlesel, AB ülkelerinin ABD’ye makine ihracatının 2014 yılında 77,2 milyar dolar olduğunu, ABD pazarında AB ülkelerinin payının ise yüzde 35 olarak gerçekleştiğini hatırlatarak, “Anlaşma ile birlikte bu payın artacağı öngörülmektedir” diyor.

İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Ayhan Zeytinoğlu da, AB ile ABD arasında müzakereleri devam eden TTIP sürecindeki gelişmelerin yakından izlenmesi gerektiğini söyleyerek, Türkiye’nin oluşmakta olan TTIP’ın dışında kalmasının, bu alanın kural ve normlarına uyum maliyetinden daha ağır olacağını vurguluyor. Zeytinoğlu şöyle devam ediyor: “Bugün 13’üncü tur müzakereleri yapılan TTIP sürecine tarafların hız vererek 2016 yılının sonunu hedeflediklerini görüyoruz. Her iki taraf için hassasiyet taşıyan konuların müzakere sürecinin ileri aşamalarına ertelenmesi süreci yavaşlatabilir. Ancak 2017 yılında Türkiye’nin de AB ile GB’nin modernizasyonu için müzakerelere başlayacağı ve olası bir TTIP anlaşmasından doğrudan etkileneceğimiz gözden kaçırılmamalı.”

Müzakerelerde önemli bir yer tutan tarım ve gıda bölüm ile ilgili olarak Zeytinoğlu şunları kaydediyor: “Baştan beri en tartışmalı alanlardan biri de tarım ve gıda ürünleriydi. Hayvan refahının AB’de ABD’ye kıyasla çok daha sıkı kurallarla düzenleniyor olması, büyüme hormonlarının AB’de tamamen yasak olması ya da hayvan yeminin ABD’de çok daha ucuza üretilebiliyor olması gibi faktörler bu alanda tam serbestleşmesini güçleştiren faktörler olarak görülüyor. Özellikle tahıl ve et konusunda şimdilik belirsizliğin süreceği belirtiliyor. ABD’nin tarım politikalarındaki yüksek üretim ve agresif tutumu, özellikle AB’de hububat, et ve süt sektörlerinde baskı oluşturacak.”

ABD VE AB: “TÜRKİYE’NİN İTİRAZLARI YERİNDE”

TTIP süreci sadece anlaşmaya dahil olmak isteyen Türkiye’de değil, anlaşmanın tarafı olan AB’de de tartışılıyor. AB tarafında en çok tartışılan konu yatırımcı-devlet çatışmaları çözümü (ISDS) sistemi. Anlaşmayla getirilmesi gereken yapıda, yabancı şirketler ve yatırımcılar egemen devletlerle eşit statüde sayılıyor. Şirketlerin devletleri ulusal mahkemeler dışında da dava edebilecek olması da ulusal hukuk sistemlerinin üstünlüğü açısından önemli bir tehdit olarak algılanıyor. Her iki taraf da Türkiye’nin endişelerine hak vererek, gerekli çalışmaların yapılacağını söylüyor. Ancak şu aşamaya kadar Türkiye’nin devamlı itirazlarına karşı, henüz bu konuda net bir adım atmadı. AB, Türkiye’nin anlaşmaya dahil olmak için ABD’yle paralel bir ticaret anlaşması yapması gerektiği konusunda ısrar ediyor. ABD ise sorunun AB-Türkiye arasında olduğunu söyleyerek, meselenin GB şartlarında bir değişikle çözülmesini öneriyor. Genel olarak STA düzenlemelerinde gümrük vergilerinin azaltılması veya kaldırılması öne çıkan konular olarak dikkat çekiyor. Global ticarette bu kadar önemli aktörlerin entegrasyonunun etkilerini sadece gümrük vergileri ile ölçmek eksik bir yaklaşım olur diyen uzmanlar, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki bu nevi kapsamlı bir anlaşmanın, diğer aktörleri de etkilemesinin kaçınılmaz olduğu konusunda hemfikir.

TTIP kapsamında ticaret politikası önlemleri de yer alıyor. ABD, Türk menşeli ürünlerin ithalatında kısıtlamalara giderek bazı ürünlerin ithalatında kota uygulayabiliyor. ABD ve AB arasında imzalanması muhtemel STA kapsamında bu kısıtlamaların iki taraf arasında azalacağı değerlendiriliyor. Türkiye’nin TTIP kapsamı dışında kalmasının, ABD’ye yapılan ihracattaki tarife dışı engeller nedeniyle rekabetçiliği ve ihracatı olumsuz etkilemesi bekleniyor. Dünya Bankası’nın, Avrupa Komisyonu’nun isteğiyle GB yapısı üzerine hazırladığı araştırmada TTIP Anlaşması’nın iki tarafa da yarar sağladığı, ancak özellikle AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye’ye zarar verdiği ve yapısının var olan asimetriyi gidermek üzere tekrar düzenlenmesi gerektiği belirtiliyor.