İç talepteki yetersizliği dış pazarlara yönelerek aşmaktan başka çaresi olmayan ekonomik aktörler için ihracatın yalnızca bir ihtiyaç değil aslında bir gereklilik olduğunu bu günlerde bir kez daha görüyoruz. İlk çeyrekte ihracatın büyümeye yüzde 9,5’lik pozitif katkısı, bu durumu net olarak teyit ediyor. İhracattaki rekorlarla gururlanmakta haklıyız, ancak yazının başlığında da belirttiğim gibi ihracat bir sonuç olarak görülmeli...

ALPER KARAKURT
MAKINE İHRACATÇILARI BIRLIĞI DANIŞMANI

2018 YILININ SON ÇEYREĞİNDEKİ YÜZDE 3’LÜK DARALMADAN SONRA TÜRKİYE BU YILIN İLK ÇEYREĞİNDE TAHMİNLERE PARALEL OLARAK NEGATİF BÜYÜDÜ. KÜRESEL FİNANSAL KRİZ SONRASINDA TÜRKİYE’NİN İLK ÇEYREKLER BAZINDA ORTALAMA BÜYÜME ORANI İSE YÜZDE 7,1’Dİ. GEÇEN YILIN İLK ÇEYREĞİNDE YÜZDE 7,4 GİBİ CİDDİ BİR PERFORMANS GÖSTEREN TÜRKİYE’NİN 2019 YILININ AYNI DÖNEMİNDE YÜZDE 2,6 ORANINDA DARALMASI, GEÇİCİ DE OLSA TÜRKİYE’NİN GERÇEK PERFORMANSINDAN UZAKLAŞTIĞINI BİZE SÖYLÜYOR.

İç talepteki yetersizliği dış pazarlara yönelerek aşmaktan başka çaresi olmayan ekonomik aktörler için ihracatın yalnızca bir ihtiyaç değil aslında bir gereklilik olduğunu bu günlerde bir kez daha görüyoruz. İlk çeyrekte ihracatın büyümeye yüzde 9,5’lik pozitif katkısı, bu durumu net olarak teyit ediyor. İhracattaki rekorlarla gururlanmakta haklıyız, ancak yazının başlığında da belirttiğim gibi ihracat bir sonuç olarak görülmeli ve bizi bu sonuca götüren nedenlerin analizi yapılmalıdır ki sonrasında nereye ve ne kadar gidebileceğimizin öngörüsünü gerçekleştirebilelim. Bu kısa yazımızda, Dünya Bankasının veri setlerini kullanarak Türkiye’nin ihracatındaki gelişmeleri, 2000 yılı ve küresel kriz sonrası olan 2009 yılını baz alarak kısaca analiz edeceğim. Amacım, son dönemde Türkiye’nin büyümesine çok ciddi destek veren ihracatın profilini karşılaştırmalı olarak ele almak. Bunun için Dünya Bankası Ticaret Veri Setinde verisi olan tüm ülkelerden oluşan “dünya ortalaması” ile Türkiye’nin de içinde bulunduğu “üst-orta gelir grubu” ve “orta gelir grubu” ülkelerin ortalamalarını Türkiye rakamlarıyla karşılaştıracağım. Grafik 1’de, 2000 yılı 100 olarak belirlenerek Türkiye ve dünya genelindeki ihracat birim fiyat endeks değerleri karşılaştırılıyor. 2000-2009 yılları arasında yüzde 50 gibi çok ciddi bir artış gösteren ihracat birim fiyatında Türkiye’nin performansı bu dönemde dünya ortalamasına eşit. Tüm dünyada ve Türkiye’de de 2000’li yıllardan küresel krize kadar bir yandan dünya ticareti artarken aynı zamanda da ihracatın birim fiyatı artış göstermiş. Krizden sonrasında 2011 yılına kadar birim fiyat artışı devam etmiş ve sonrasında düşüş trendine girmiş. 2015 yılında dünya ve Türkiye’nin ihracat birim fiyatı 2009 yılına gerilerken, son veri yılı olan 2017’de dünya ihracat birim fiyatı yeniden 156’ya tırmanmış, Türkiye’de ise 2009 fiyatının altında kalmaya devam etmiş.

Tüm yıllarda Türkiye’nin ihracat birim fiyatının dünya ortalamasının altında kalması ve aynı zamanda rakamın azalan bir trend içinde olması, ihracatın deseninin incelenmesi gerekliliğini beraberinde getiriyor. Grafik 2’de ise Türkiye ile rekabet halindeki ülkelerin yer aldığı orta gelir grubunun ihracatında ileri teknolojinin payı gösteriliyor ve yıllar itibarıyla değişimi Türkiye ile karşılaştırılıyor. Aslında hepimiz bu oranın düşük olduğunu biliyoruz ancak dikkat çeken nokta, 2017’de Türkiye’nin yüzde 2,5’e yükselen değeri: 2017’de orta gelir grubu ülkelerin ihracatında ileri teknolojinin payı gerilerken, Türkiye’de bu oran yükselmiş. Halen makas oldukça açık olmakla birlikte son dönemdeki gelişmeler, teknoloji grupları bazında kapasite kullanım oranları ve sanayi üretim verileri Türkiye’de ileri teknoloji sektörlerinin oldukça iyi bir performans sergilediğini ortaya koyuyor. Burada, “İhracatta ne satıyoruz?” sorusu kadar “Nereye satıyoruz?” sorusunun cevabı da önemli. Tablo 1’de Türkiye, üst orta gelir grubu ülkeler ve orta gelir grubunun ihracatlarının ne kadarlık kısmını yüksek gelir grubuna yaptıkları 2017 yılı itibarıyla gösteriliyor. Buna göre Türkiye ihracatının yüzde 63,8 gibi önemli bir oranını yüksek gelir grubuna yaparken, bu oranın halen arttırılması gerektiği de anlaşılıyor. Ancak yine de oranın yüksekliği, başta AB gibi standartları yüksek ve rekabetçi pazarlara Türkiye’nin önemli ihracat kabiliyetinin anlaşılması açısından önem arz ediyor.

Bu aşamada, ihracatının önemli bir kısmını gelişmiş ülkelere gönderen, ileri teknolojide son dönemde ciddi bir performans sergileyen Türkiye’nin üretim deseninin de analiz edilmesi de yerinde olacaktır. Grafik 3’te Türkiye’deki imalat sanayisinin yarattığı katma değerin GSYİH içindeki payının yıllar itibarıyla değişimi karşılaştırılmalı olarak gösteriliyor. 2017’de dünya verisi olmamakla beraber diğer gelir gruplarının ortalaması belli ve grafikte Türkiye’nin özellikle 2017’de imalatta ciddi bir yükseliş gösterdiği, karşılaştırılan diğer ülke gruplarının verilerinden anlaşılıyor. 2018’de karşı karşıya kaldığımız darboğaz olmasaydı, aslında grafikten anlaşılacağı üzere 2017’de oldukça iyi bir dönem geçiren ve 2018 ilk çeyreğine de iyi başlayan imalat sanayisi, katma değerinde ciddi bir yükseliş sağlayabilirdi. Diğer gelir gruplarındaki ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye imalat sanayisinin yarattığı katma değer boyutuyla, dünya ortalamasının üzerinde ancak olması gereken noktadan geride olduğu anlaşılıyor. Son olarak, söz konusu katma değeri arttırmak için Türkiye’nin doğrudan yabancı sermaye çekmesi ve bu sermayeye teknolojinin eşlik etmesi gerekliliğini de vurgulamamız gerekli. Grafik 4’te, Türkiye’nin ve ülke gruplarının yıllar bazında çektikleri doğrudan yabancı sermaye miktarının GSYİH’ye oranları gösteriliyor.

1990’da oldukça sınırlı olan ancak tüm dünyada 2000 sonrasında hızlanan doğrudan yatırımlar, 1990, 2000 ve 2009 sonrasındaki yıllar için analiz edildiğinde, Türkiye’nin tüm yıllarda ortalamaların altında kaldığı görülüyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu üst-orta gelir grubuyla kıyaslandığında Türkiye’nin doğrudan yatırım çekme performansının yaklaşık yüzde 50 artması gerektiği anlaşılıyor. Elbette çekilen doğrudan yatırımın sektörel dağılımı da önem arz ediyor. 2002 sonrası dönemde Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların yüzde 24’ü imalat sanayisine yapılan yatırımlardan oluşurken, toplam yatırımın yüzde 2,4’ü bilgisayar, elektronik, optik aletlerde, ancak yüzde 0,5’i ise makine sektöründe gerçekleşmiş. Finans ve sigorta sektörünün yüzde 33,7’lik oranıyla karşılaştırıldığında, yabancı sermayenin Türkiye imalatına teknolojik katkısının ne derece sınırlı olduğu da net bir şekilde ortaya konuluyor. Kendi iç dinamikleriyle Türkiye’nin üreteceği teknoloji hiç kuşkusuz çok önemlidir. Ancak bunun için ciddi bir kaynak ve zaman harcaması gereken Türkiye’nin kendisine teknoloji transferi gerçekleştirecek doğrudan yabancı sermayeyi kendine çekmesi, bir yandan imalatın katma değerini arttırırken aynı zamanda ihracat birim fiyatını da yukarı çekecektir.