OCAK AYI SONUNDA TİCARET BAKAN YARDIMCILIĞI GÖREVİNE ATANAN RIZA TUNA TURAGAY, KÜRESEL EKONOMİDEKİ BÜYÜME HIZI YAVAŞLIYOR OLSA DA İHRACATA DAYALI BÜYÜMENİN GÜÇLENECEĞİNİ SÖYLERKEN, “2020’DE FERAHLAMA DÖNEMİNE GİRECEĞİMİZİ DÜŞÜNÜYORUM. FAİZLERDE DÜŞÜŞ BAŞLADI, BENZER BİR AŞAĞI YÖNLÜ HAREKETİN ENFLASYONDA DA YAŞANACAĞINI SÖYLEYEBİLİRİM. GEÇTİĞİMİZ YIL SON ÇEYREKTE EKONOMİMİZ YÜZDE 3 DARALMIŞTI, BU YIL SON ÇEYREKTE İSE BİR TOPARLANMA OLACAĞINA; 2020 YILI İLK ÇEYREĞİNDE DE BU TOPARLANMANIN DEVAM EDECEĞİNE İNANIYORUM” DİYOR.

Ocak ayında Ticaret Bakan Yardımcılığı görevine atanan Rıza Tuna Turagay, ihracat dünyasını yakından tanıyan, uzun yıllar Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında önemli görevler üstlenen bir bürokrat. İhracat Genel Müdür Yardımcılığı, Başbakanlık Gümrük Müsteşar Yardımcılığı, İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başbakanlık Gümrük Müsteşar Vekilliği gibi üst düzey görevlerle geçen 20 yılın ardından özel sektörde de önemli deneyimler edinen Turagay, Ticaret Bakan Yardımcılığı görevini ise “En zor görevim” diyerek anlatıyor. İş dünyasının sorun başlıklarını konuşmak için ziyaret ettiğimiz Turagay ile sohbetimizde, makine sektörü özelindeki sorularımızın yanı sıra Türkiye ekonomisinin geneline yönelik soruların yanıtlarını da öğrenmeyi amaçladık.

Öncelikle sizi, kendi sözlerinizle tanıyabilir miyiz?

Türk Eğitim Derneği Ankara Koleji’nde lise, ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Fakültesinde lisans eğitimimi tamamladıktan sonra University of Birmingham’da Uluslararası Bankacılık ve Finansman dalında yüksek lisans yaptım. O yıllarda amacım kamuda çalışmaktı ve 1987’de Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına Uzman Yardımcısı olarak girdim. 1997’ye kadar Uzman, Şube Müdürü, Müsteşar Danışmanı ve Bakan Danışmanı olarak görev yaptıktan sonra 1997-2000 yılları arasında Ticaret Müşaviri olarak ABD Vaşington Büyükelçiliğinde görevlendirildim. 2000-2006 yılları arasında ise İhracat Genel Müdür Yardımcılığı, Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği, Başbakanlık Gümrük Müsteşar Yardımcılığı, İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başbakanlık Gümrük Müsteşar Vekilliği görevlerini üstlendim. 2006’da kamudaki görevlerimden ayrılarak özel sektöre geçtim ve 13 yıl da özel sektörde önemli deneyimler edindim.

Yorucu bir kariyer yolculuğundan söz ediyorsunuz?

Evet, oldukça yorucu olduğunu söyleyebilirim ancak şimdi en zor görevimi sürdürüyorum.

Sizce, sizi farklılaştıran özellikleriniz nelerdir?

Öncelikle çok çalışkanım (gülüyor). Ayrıca ben, mümkün olduğunca, sistemimi sorun çözme üzerine kurmaya çalışıyorum. Çünkü hayatta sürekli problemlerle karşılaşıyorsunuz. Problemlerin içinde kaybolabilir ya da problemleri çözme yolunda çaba gösterebilirsiniz. Az önce yorucu dediniz, işte bu yüzden yorucu aslında: Sürekli problem çözmeye ve sonuç almaya odaklamak gerçekten yorucu oluyor. Halen, son bir yıldır, elimden geldiğince dürüst ve çalışkan ihracatçılarımızın karşılaştığı sorunları çözmek için ekibimle birlikte çalışıyoruz.

“Dürüst ve çalışkan” vurgusunu niçin yaptınız, bunu biraz açabilir misiniz?

Sonuçta herkesin problemi var ancak hepimizin bildiği gibi, kimi zamanlar, bu problemler farklı amaçlar da barındırmıyor değil. Biz, kişi ya da kurumların değil toplam ihracat dünyamızın yararına olacak çözümlere odaklanmayı tercih ediyoruz.

Türk makine sektörünün güncel görünümünü nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye sizce makine sektörünün stratejik önemini anlamış mıdır? Bulunduğum konum itibarıyla söyleyebilirim ki, makine sektörü Türkiye’nin en stratejik sektörlerinden biridir. Bunu, açıklanan destek paketlerinde makine sektörüne yönelik özel içeriklerden de anlayabilirsiniz. Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan hanımefendinin kamuoyuna açıkladığı İhracat Ana Planında da makine, beş stratejik sektör arasında yer alıyor. Bunun dışında makine sektörü, 2018’de 12 milyar dolarlık bir ihracat değerine ulaşmıştı. Bu yıl da, gördüğüm kadarıyla, makine sektörünün yükselen ihracat grafiği devam ediyor.  Makine, bence gerçekten kuvvetli olduğumuz ama üzerinde önemle durmaya devam etmemiz gereken imalat sektörlerinden biri. Geçtiğimiz aylarda düzenlenen Makine Zirvesi Vizyon 2030 toplantısında da bu görüşümüz açıkça ifade edilmişti. Tabii ki hâlâ ithalata bağlı bir yapının da devam ettiğini biliyoruz ama yerli makine sanayimizin gösterdiği gelişimi de yakından izliyor ve bu gelişimin artarak sürmesi için sektörü desteklemeye devam ediyoruz. Kişisel görüşüm, ufak ufak binlerce makine üreticisi yerine bir araya gelmiş, finansal tablolarını ve rekabet gücünü yükseltmiş bir sektör küresel pazarlarda da daha dayanıklı olabilir. Çünkü biliyorsunuz sanayide yeni bir dönem yaşıyoruz. Makine öğrenmesi, Nesnelerin İnterneti, otomasyon gibi kavramların üretim süreçlerinde daha fazla yer aldığı bir dönemin içerisindeyiz. Bu kavramlar artık sadece üretim süreçlerinde yer almıyor, süreçleri dönüştürüyor. Dünya bu noktalara giderken, makine sektörü de oldukça kilit bir konumda yer alıyor.

 “Konsolide olmak, rekabette güçlü olmak” sözlerinizi, Makine Zirvesi Vizyon 2030’daki konuşmanızda da dile getirmiştiniz. Burada neyi yapamıyoruz ya da neden yapmıyoruz?

Burada benim amacım kesinlikle KOBİ’leri sistem dışına itmek değil. Bunu öncelikle vurgulamalıyım. Ancak günümüzde dünyada rekabetçi olabilmek için belirli alanlarda konsolide olmanız gerekebiliyor. Bu, bir iş birliği modeli de olabilir. Mutlaka tek bir firma çatısı altında birleşmek de gerekli değil, belki bir kümelenme modeli de rekabetçiliği yükseltebilir. Türkiye’de iki, üç kişi bir araya geldiğinde, ne yazık ki başarılı ortaklıklar kurulamıyor ama bunları yapmamız lazım.

Özellikle teknoloji üretiminde, değil mi?

Teknoloji üretmek hiç de kolay bir iş değil ama görüyoruz ki artık dünya son sürat teknolojiye doğru gidiyor. Geleneksel sektörler halen önemli olmakla birlikte eski önemini kaybetmeye başladı. Ben Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına girdiğim dönemde teknoloji bu kadar yaygınlaşmamıştı, İnternet yoktu. ABD’de görevli olduğum dönemde, 1997-2000 yılları arasında, e-Posta teknolojisi insanlara çok saçma, uzak geliyordu. Şu anda içerisinde bulunduğumuz teknoloji çağı, biliyorsunuz son 5-10 yılda inanılmaz bir ivmelenme gösterdi. Ticaret savaşlarının temelinde de bu teknoloji ivmelenmesi yatıyor. Çin’in “Made in China” programı, 2025 vizyonu için müthiş içerikler barındırıyor ve bu anlamda devasa yatırımlar yapılıyor. ABD ise teknolojide geri kalmamak, sahip olduğu teknolojik üstünlüğü kaybetmemek ve lider konumunu korumak istiyor. Son bir yıldır devam eden didişmeler, karşılıklı yaptırımlar da bunun sonucudur ki bu karşılıklı yaptırımların etkilerini tüm küresel ticaret aksiyonlarında birlikte yaşıyoruz. İşte bu esas itibarıyla, “teknolojide geri kalmamalıyız” sözü, büyük önem arz ediyor ve çok ciddi bir gerçeklik taşıyor. Klasik ve geleneksel sektörlerimizi elbette koruyacak ve güçlendirmeye çalışacağız ancak bu kadar hızlı ilerleyen dünyada geri kalmaksa, gelecek için büyük kayıplar oluşturacaktır.

Çin, “Tek Yol Tek Kuşak” girişimiyle de yeni küresel ekonomi için önemli adımlar atıyor. Sizin görüşünüz nedir?

Çin, inatla bu girişimi finanse etmeye devam ediyor. Bu girişim biliyorsunuz lojistik 
anlamda Türkiye’nin avantajlarına yönelik tehditler de içeriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu projeye mutlaka entegre olması gerektiğine inanıyorum ki gelecekte Çin ile mücadele edebileceğimiz sektörlerde rekabet gücümüz olabilsin.

Ürettiğimiz makinelerle Avrupa ve ABD’de rekabetçi olabiliyoruz, ancak iç pazara makine satmakta halen çok zorlanıyoruz. Bunu nasıl yorumlarsınız?

Burada bence hepimizin kabahati var ama en çok sektörün kendisinin kabahati var. Demek ki iç pazara kendilerini, ürettikleri makinelerin teknolojik üstünlükleri ve kalitelerini yeterince anlatamıyorlar. Pek tabii ki makinelerin satın alıcıları, kullanıcılarının yabancı marka düşkünlüğü olabilir; o makineleri yıllarca kullanıp bir alışkanlık geliştirdikleri için… Dolayısıyla ben, burada bir güven sorunu olduğunu düşünüyorum: Kendi malımıza, kendi üreticimize güvenmiyoruz. Bu, zaman içerisinde aşılacak bir sorundur. Türk makine sektörünün 20 yılda kat ettiği mesafeyi çok iyi biliyoruz. İhracat son 15 yıldır sürekli artarken, ithalatın payının da zaman içinde azaldığını izliyoruz. Örneğin geçtiğimiz yıl makine ihracatı yüzde 15 artarken, makine ithalatı yüzde 5 azaldı. Bu önemli bir gelişme. Burada kamuya düşen görev, makine sektörünü desteklemeye devam etmek; sektöre düşen görevse gücü ve kalitesini her platform ve fırsatta anlatmaya devam etmektir.

Peki, iç pazarda makine ithalatını düzenleyecek, ikinci el makine ithalatına yönelik teşviklerin sınırlandırılacağı adımlar da gündeminizde yer alıyor mu?

Ticaret politikalarını uygularken, uluslararası kurallara uygun aksiyonlar yapabilirsiniz. Yerli sanayiyi korumak için, ancak belirli noktalarda ve belirli şartlar gerçekleştiğinde belirli tedbirler alabilirsiniz. Makine çok hassas bir sektör ve sanayinin de temel itici gücüdür. Bu nedenle, makine söz konusu olduğunda, emin olun hareket alanımız çok daralıyor. Ancak, sanayicilerimizin her zaman dile getirdiği, özellikle haksız rekabete ilişkin sıkıntıları bildiğimizi ve buna yönelik aksiyonları sergilemede yoğun çaba gösterdiğimizi de söylemeliyim. Tabii ki Dünya Ticaret Örgütünün kurallarına uymak kaydı ve şartıyla.


ABD ve AB arasındaki STA görüşmeleri yeniden hızlandı. Bu süreçten en az kayıpla çıkabilmek için Türkiye’nin de ABD ile STA imzalaması gerekiyor. Bu konuda nasıl bir takvim öngörüyorsunuz?

ABD bizim için çok önemli bir pazar. ABD’nin toplam ithalatı 2,6 trilyon dolar, bizim ABD’ye toplam ihracatımızsa sadece 8 milyar dolar. Yani ABD ithalatından binde 3’lük bir pay alabiliyoruz. Dünya ihracatındaki payımız binde 9 iken ABD’ye binde 3’lük ihracat gerçekleştiriyor olmamız, tabii ki Türkiye’nin potansiyelini yansıtmadığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla ABD ile olan ticaret hacmimizi, şu andaki 20 milyar dolardan 75-100 milyar dolar seviyesine çıkartmak için yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Eylül ayı başında ABD Ticaret Bakanı Türkiye’yi ziyaret etti biliyorsunuz ve tüm bu konuları ayrıntılarıyla konuşma fırsatımız oldu. İki ülke arasında bir STA için tarih vermemiz şimdilik elbette zor ancak Türkiye ve ABD arasındaki ticaretin güçlenmesine yönelik atılacak hızlı adımlar var ve bunlar üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.

Benzer şekilde Gümrük Birliğinin modernizasyonu da Türk sanayisi tarafından özellikli olarak dile getirilen bir başlık. Süreç nasıl ilerliyor?

Teknik görüşmelerimiz başladı ancak arzu edilen hızda ilerlemediğini söyleyebilirim. Tabii bu arada AB birçok ülkeyle STA imzaladı ve imzalamaya da devam ediyor; çok sayıda ülke, aynı bizim gibi AB pazarına gümrük duvarları olmadan giriş yapabiliyor ve Türkiye, AB içerisindeki avantajını kaybetmeye başlıyor. Dolayısıyla Gümrük Birliği üzerindeki güncelleme görüşmelerini önemsiyoruz ancak dediğim gibi önümüzde uzun soluklu bir süreç olacağını da biliyoruz. Diğer yandan Brexit süreci de Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor çünkü İngiltere, biliyorsunuz Türkiye’nin ticaret fazlası verdiği nadir ülkelerden biri. İngiltere, bizim kaybedebileceğimiz bir pazar değil ve dolayısıyla Brexit sürecinden zararla çıkabileceğimizi öngörerek bunun en aza indirilmesi için muhataplarımızla görüşmelerimize devam ediyoruz. Burada, Türkiye’nin dış ticaretinin yüzde 50’sinin AB ile gerçekleşmesi de bence başlı başına bir problemdir. Elmaların hepsini bir sepete koyarsanız, orada sıkıntı yaşayabilirsiniz. Bu, pazar çeşitlenmesinin önemi de ortaya koyuyor. 

Hindistan için görüşünüz nedir?

Bu dev pazarı Türkiye yeterince iyi değerlendirebiliyor mu sizce? Hindistan bizim öncelikli pazarlarımızdan birisi ancak genel olarak Türkiye, yıllar içerisinde edindiği alışkanlıkla olsa gerek, hep yakın çevresine odaklanmış bir ülke. Sanayicilerimiz de bu eğilimle son yıllara kadar kendileri ve ürünleri için yeni pazarlar aramıyorlardı. Pazar çeşitlendirmesi, Türkiye’nin ihracat gündeminde son 10 yıldır güçlü telaffuz ediliyor. Diyebilirsiniz ki, “Tanıdığım, bildiğim pazarda güçlenmek daha önemli; en azından pazarı kaybetmemiş olurum”, ancak bence doğru olan, ulaşabildiğiniz her pazarda var olmak, her pazarın potansiyelini en yüksek oranda değerlendirmeye çalışmaktır. Tabii bu, benim üç saniyede dile getirdiğim kadar kolay bir şey değil elbette; ihracatçı olmak çok zor bir iş: Alıcıyı bulacaksın, malı üretecek ya da üreticiyi bulacaksın, üretilen malı sevk edeceksin, bu süreçte finans cepheniz de çok güçlü olacak… İhracat, hiç de kolay bir iş değil, bunun elbette farkındayım ancak eğer ihracat yapıyorsanız, malınızı her pazara sunmak hevesi ve iştahında olmanız gerekir düşüncesindeyim. Burada şunu da söylemek isterim: Biz, hep başarı hikâyelerine odaklanıyoruz; oysa başarısızlıklardan elde edeceğimiz o kadar güçlü dersler var ki… Kamunun sağladığı destekleri sadece fuar gezmek için kullanırsanız, elbette başarılı olamazsınız. Oysa kamu destekleri sadece bir itki sağlamak amacını taşır; başarının anahtarı sizin girişimcilik iştahınızdır.


İyi bir noktaya geldiniz, kamu, sağladığı desteklerin doğru kullanıldığının kontrolünü yapmalı mı?

Sonuçta mutlaka bir kontrol mekanizması olmalı ama bu her aşamada da denetlenmemeli. O zaman iş tamamen denetim mekanizmasına döner. Biz, etki analizleriyle kontrol mekanizmasını aktif tutmaya çalışıyor; kamu desteklerinin artı ve eksilerini tespit etmeye çalışıyoruz. Bu desteklerin ihracata olan katkılarını ölçmeyi amaçlıyoruz. Ama yüzde 100 bir formülasyonla bunu takip edebiliyor muyuz? Ne yazık ki hayır! Burada bizim baktığımız nokta şu: Siz eğer ihracatçıysanız, kamu desteklerinden yararlanmakta ana amacınız “Para almak” olmamalı. Sonuçta bu kontrol mekanizması, aslında insanın kendi vicdanında son buluyor. Burada ne olmalı? Kamu bunu kontrol etme ihtiyacı hiç duymamalı! Çünkü bir ihracatçı kamu desteği alıyorsa, o desteğe gerçekten ihtiyacı olmalı… Açıkçası ben, temelde bir anlayış değişikliğine ihtiyacımız olduğunu da söyleyebilirim.

Peki, Piyasa Denetimi ve Gözetimi konusunda neler söyleyebilirsiniz? Özellikle kayıt dışı üretim ve haksız rekabet konusu sanayicilerimiz arasında sıkça dile getiriliyor.

Kayıt dışı üretimi engelleyecek tek şey, tüketicinin bilinçlenmesidir. Devlet, her şeyi kontrol altında tutamaz; elinde sopayla imalathaneleri tek tek gezemez. Dolayısıyla son kullanıcılar, satın alma tercihlerinde bilinçlenmediği, kalitesiz ürünle kaliteli ürün arasında sadece fiyat farkını gözetmeye devam ettiği sürece bu sorunun sonlanacağını düşünmüyorum. Biz, elbette, görev ve yetkilerimiz çerçevesinde bu sorunlarla baş etmeye çalışıyoruz ancak dediğim gibi kayıt dışı üretim ve haksız rekabetle ilgili asıl çözüm tüketicilerin bilinçlenmesinde yatıyor.

Bakanlığınızın yurt dışında açtığı Türk Ticaret Merkezlerinden beklenen etkileri alıyor musunuz?Makine sektörü özelinde sormak istersem, Türk makine ihracatçıları TTM’leri etkin kullanıyor mu?

Biliyorsunuz birkaç TTM’yi kapatmak zorunda kaldık. Ancak faaliyetlerinden memnun olduğumuz TTM’ler; önümüzdeki dönemde açmayı düşündüğümüz yeni TTM’ler de var. Bu süreçte biz, yapıyı yeniden gözden geçiriyoruz. Bizim amacımız sayısal olarak daha çok sayıda TTM açmak değil, niceliği değil niteliği önemsiyoruz. TTM’lerin gerçekten bulundukları bölgelerdeki iş insanlarımıza çözüm merkezi olarak hizmet etmesini amaçlıyoruz. Burada bir kez daha ifade etmem gerekli: TTM’ler, iş insanlarımıza bedava ofis olsun diye tasarlanmadı. Başka amaç ve hedeflerimiz var. Sorunuzun ikinci kısmı için net bir bilgiye sahip olduğumu söyleyemem ama benim en beğendiğim ihracatçı birlikleri arasında makine ilk sırada geliyor çünkü her şeyden önce çok bilinçli bir Yönetim Kurulu var. Konularına tamamen hâkimler ve gerçekten de sektörün gelişimi için bir çırpınma içerisindeler. Örneğin, bizim sektörel dağılımımıza karşı sundukları argümanlar gerçekten güçlü ve sunumlarında bu samimiyeti bize de geçiriyorlar. Yeri gelmişken söyleyeyim, bu konuda genel bir çalışma var, arkadaşlarım konu ile ilgileniyor ama kapsamlı bir çözüm planımız henüz oluşmadı. Buradaki sorun, oturmuş ve kabul görmüş sistemin, nasıl bir formülasyonla yeniden düzenlenebileceğidir.

Söyleşinin başında 12 milyar dolar ihracat demiştiniz, ancak MAİB verilerine göre bu rakam 17 milyar dolara çıkıyor. Dolayısıyla makine ihracatçıları, gerçek büyüklüklerinin kamuya doğru yansıtılmadığından, başarılarının göz ardı edildiğinden yakınıyor.

Haklısınız, makinecilerle bir araya geldiğimde ben de arkadaşlarıma danışıyorum, “Biz kaç hesaplıyoruz, makineciler kaç hesaplıyor” diye (gülüyor)… Bu konuyu dikkatli incelememiz gerektiğini biliyorum, çünkü yapacağımız olası revizeler, peşinden başka etki alanları da oluşturacak. En azından ihracatçı birliklerinin gelirlerini değiştirecek. Bunları topyekûn elden geçireceğiz ancak henüz kapsamlı bir çalışma yapamadığımızı itiraf etmeliyim.

Son olarak, 2020 için öngörülerinizi de paylaşabilir misiniz? Daralmadan çıkış, bir ferahlama dönemi bekliyor musunuz?

Ben, ferahlama dönemine gireceğimizi düşünüyorum. Çünkü biliyorsunuz faizlerde düşüş başladı, benzer bir aşağı yönlü hareketin enflasyonda da yaşanacağını söyleyebilirim. Geçtiğimiz yıl son çeyrekte ekonomimiz yüzde 3 daralmıştı, bu yıl son çeyrekte ise bir toparlanma olacağına; 2020 ilk çeyreğinde ise bu toparlanmanın devam edeceğine inanıyorum. Kurlardaki toparlanma da sürüyor. Diğer yandan, küresel büyüme hızı yavaşlıyor olsa da ihracata dayalı büyümenin önümüzdeki dönemde güçleneceği beklentileri artıyor. Dolayısıyla ihracat için olumlu beklentiler güçleniyor ve biz de stratejilerimizi bu beklentilere göre güncellemeye devam ediyoruz.