“AVRUPA YEŞİL DÜZENİ” STRATEJİSİ GEÇTİĞİMİZ ARALIK AYINDA KAMUOYUNA TANITILDI. TEMELİNDE, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELE BULUNAN STRATEJİ BELGESİ, AVRUPA EKONOMİSİNİN ÇEVRECİ POLİTİKALAR EŞLİĞİNDE YENİDEN YAPILANDIRILMASI AMACINI DA TAŞIYOR. BU STRATEJİYLE AB, 2030’DA KARBON EMİSYONUNU YARIYA DÜŞÜRMEYİ, 2050’DE İSE TAMAMEN SIFIRLAMAYI HEDEFLİYOR. ANCAK AB, BU STRATEJİYE TÜM ULUSLARARASI PAYDAŞLARINI DA DÂHİL EDEREK OLASI KARBON SIZINTILARINI ENGELLEYECEK ÖNLEMLER ALACAĞINI DA PEŞİNEN AÇIKLAMIŞ DURUMDA. BU YENİ STRATEJİ, AB İLE TİCARETTE DÜŞÜK EMİSYONLU ÜLKELERİ YÜKSEK EMİSYONLU ÜLKELERE GÖRE DAHA AVANTAJLI BİR KONUMA GETİREBİLİR.

Avrupa Komisyonu, geçtiğimiz Aralık ayı başında, tüm dünyanın kaderini etkileyebilecek Avrupa Yeşil Düzen Belgesi’ni yayımladı. Belgeye göre AB, seçilen sektörlerde, ihracatla oluşan karbon sızıntısını azaltmak için “Karbon Sınır Düzenleme Mekanizması” öneriyor ve emisyonları 2030’a kadar en az yüzde 50 ila yüzde 55 arasında azaltmayı (1990 yılı seviyesine göre); 2050’de ise tamamen sıfırlamayı hedefliyor. AB’nin bu yılın Ekim ayında yasa haline getirmeyi planladığı “Avrupa Yeşil Düzeni” hakkında beş yıllık bir iş planı oluşturulurken, strateji belgesi AB’nin yeni neslin iklim değişikliği ve çevre kaynaklı değişimler karşısındaki kararlılığını da tanımlıyor.

ALDIĞINDAN FAZLASINI VEREN BÜYÜME STRATEJİSİ

Dünyamızın atmosferi giderek daha fazla ısınıyor ve her geçtiğimiz yıl daha şiddetli iklim değişikliklerine şâhit oluyoruz. Araştırmalar, dünya üzerindeki sekiz milyon tür arasından bir milyon türün yok oluş tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor. Ormanlar ve okyanusları kirletiyor, dahası küresel ekosistemin bu zengin doğal kaynaklarını hızla yok ediyoruz.

Avrupa Yeşil Düzeni de bu gerçekleri gözeterek, AB’yi adil, refahı yüksek, yeterli kaynaklara sahip, 2050 yılında net sıfır emisyon bir bölge haline getirebilecek ve ekonomik büyümeyi ikiye katlayabilecek bir strateji olarak dikkat çekiyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Yeşil Düzeni stratejisini “Avrupa’nın aya insan göndermesi” gibi çok radikal bir sözle anarken, Yeşil Düzen stratejisinin ekonomik büyümede söylemi değiştireceğini; kirli, karbon temelli ekonomik büyüme yerine enerji ve materyal verimli, döngüsel ekonomiyi esas alan karbonsuz bir ekonomik büyüme modeli geliştirdiklerini vurguluyor. “Avrupa Yeşil Düzeni, aldığından fazlasını veren bir büyüme stratejisi. Yeşil Düzen, daha sağlıklı bir hayat ve şirketlerin daha yenilikçi olması için yaşam, çalışma, üretim ve tüketim şekillerimizi nasıl dönüştüreceğimizi gösteriyor” diyerek devam eden Leyen, bu dönüşüme herkesin dâhil olabileceğini ve fırsatlarından herkesin yararlanabileceğini belirtiyor. Dahası Leyen, dünyanın geri kalanına nasıl sürdürülebilir ve rekabetçi olunacağını göstererek, diğer ülkeleri AB ile beraber harekete geçmeleri konusunda ikna edebileceklerine olan inancını da paylaşıyor. 2019-2024 yılları için Avrupa Yeşil Düzeni Başkan Yardımcısı, Hollandalı siyasetçi Frans Timmermans ise “İklimsel ve çevresel bir acil durumun içerisindeyiz.

Yeşil Düzen, ekonomimizi dönüştürmek ve insanların sağlığını iyileştirebilmek için bir fırsat. Planımız, emisyon azaltımlarını, doğanın iyileştirilmesini, vahşi hayatın korunmasını, yeni ekonomik imkânların sağlanmasını ve AB vatandaşlarının hayat kalitelerinin arttırılmasını içeriyor. Bütün endüstriler ve ülkeler bu dönüşümün bir parçası olacak. Bunun yanı sıra Yeşil Düzen ile bu dönüşümün adil olduğu ve kimsenin arkada kalmadığı konusunda güvence sağlamak görevimiz” diyor.

GÜÇLÜ, GERÇEKÇİ VE KÜRESEL ÖLÇEKTE ÖNEMLİ BİR STRATEJİ

Bilindiği gibi, 2015’te imzalanan Paris Anlaşması, dünyanın sıcaklık artışını 2 derecenin altında, mümkünse 1,5 derecede tutmak için ülkelerin bu yüzyılın ortasına kadar karbon nötr (sıfır emisyon) olması gerektiğini belirtiyor. Son yıllarda yapılan birçok bilimsel çalışma ise ülkelerin mevcut politikalarla hedeflenen 1,5 dereceyi tutturmalarının mümkün olmadığını, mevcut politikaların yerkürenin ısısını 3 derece arttıracağını ortaya koyuyor. Bu anlamda, son yıllarda akademik çevreler ve yeşil toplum örgütleri bu hedefe ulaşmak için ülkelerin radikal bir dönüşüme gitmesini ve ancak yeni bir yeşil düzen ile yerkürenin sıcaklık artışının 1,5 derecenin altında kalacağını savunuyor. 2018 sonrasında ABD’de Kongre Üyesi Alexandria Ocasio-Cortez’in başını çektiği bir grup Demokrat Partili üye, 2020 yılı seçimleri için yine Yeşil Yeni Düzen adı altında karbonsuzlaşmayı hedefleyen ekonomide yeni dönüşüm planlarını tartışmaya açmıştı. Gelecek 10 yılda hedefe ulaşacağı iddia edilen bu plan, ABD’de Cumhuriyetçiler, hatta bir takım demokrat üyeler tarafından bile gerçekçi bulunmamış ve birçok eleştiriye maruz kalmıştı. Ancak, AB gibi 28 üye ülkeden oluşan büyük bir pazarı temsil eden ve geçmiş başarılı performansıyla küresel iklim müzakerelerinin lideri olan bir birliğin “Avrupa Yeşil Düzeni” adı altında 2050 yol haritasını sunması, otoritelerce büyük bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

YEŞİL DÜZEN NELER İÇERİYOR?


Avrupa Yeşil Düzeni, AB’nin doğal sermayesini korumayı, arttırmayı ve AB vatandaşlarını çevre kaynaklı risklerden korumayı hedefliyor. Bu dönüşümün katılımcı ve adil olması gerektiğinin altı çizilen strateji belgesinde insanlar birinci öncelikle ele alınırken, iklim değişikliğinin en çok etkileyeceği bölgeler, sanayiler ve işçilere de önem verilmesi gerekliliğinden söz ediliyor. Diğer yandan, AB’nin, güçlü olduğu yönlerinden yararlanarak, iklim ve çevre uygulamalarında, tüketici koruma ve işçi haklarında dünyada öncü olabileceğinin üzerinde duran strateji belgesi, sürdürülebilir olmayan eylemlerden kaçınılması gerektiğini de vurguluyor. Bu kapsamda Yeşil Düzen stratejisi, her sektörde gereken dönüşümü hızlandırmayı hedefliyor. 

Yeşil Düzen stratejisinde AB’nin, tutarlı ve sürdürülebilir bir finansal sistemin inşa edilmesi yönündeki uluslararası çabalara önayak olacağının da altı çizilirken, Yeşil Düzen stratejisinin iddialı çevre hedeflerinin sadece Avrupa tarafından sağlanamayacağı strateji belgesinde birçok kez ifade ediliyor. İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybının, ulus ötesi ve küresel bir sorun olduğunu vurgulayan strateji belgesinde, AB’nin, finansal kaynaklarını, uzmanlığını ve etkisini sürdürülebilirlik yolunda diğer ülkeleri harekete geçirmek adına kullanacağına da değiniliyor.

SADECE AB’Yİ DEĞİL TÜM DÜNYAYI KAPSIYOR

Buraya kadar Yeşil Düzen stratejisinin genel çerçevesinden söz ettik. Ancak stratejinin önemli bir detayı, strateji hedeflerinin Avrupa ülkelerinin yanı sıra AB ile ticaret yapan tüm ülkeleri de kapsıyor oluşu. Yapılan araştırmalar,

AB’nin 1990 ve 2018 yılları arasında karbon emisyonlarını yüzde 23 oranında azaltırken ekonomisini ise yüzde 61 oranında büyüttüğünü söylüyor. Ancak halihazırdaki AB politikaları, 2050’ye kadar emisyonları sadece yüzde 60 oranında azaltabilir. Bu anlamda AB, karbon emisyonlarını 1990 seviyelerine göre 2030’a kadar en az yüzde 50 ila yüzde 55 arasında azaltma hedefini de kararlılıkla savunuyor ve diğer uluslararası ortakların AB ile aynı hedeflere sahip olmadığı sürece karbon sızıntısı riskinin süreceğinin, bu sızıntıların üretimin AB’den emisyon azaltma hedeflerinin düşük olduğu diğer ülkelere aktarılmasından ya da AB ürünlerinin daha fazla karbon yoğun ithalat ürünleriyle değiştirilmesinden kaynaklanacağının altını çiziyor.

KARBONSUZLAŞANLAR KAZANACAK

Dolayısıyla, AB ile ticaret yapan ülkeler, AB’nin karbonsuzlaşma yolundaki arttırılmış hedeflerini göz önüne alıp kendi karbon emisyonu azaltım hedeflerini arttırmazsa ve hedefler arasındaki seviye farkı devam ederse, AB, seçilen sektörlerde karbon sızıntısını azaltmak için bir “Karbon Sınır Düzenleme Mekanizması” önermeyi planlıyor. AB, bu vergi mekanizmasıyla, ticari partnerlerini de emisyon azaltımına yönlendirmeyi planlarken, böyle bir vergi, AB ile ticarette düşük emisyonlu ülkeleri yüksek emisyonlu ülkelere göre daha avantajlı bir konuma getirebilir. Şimdiye kadar böyle bir düzenleme yoktu: Bir AB üyesi ülke, kendi ülke sınırları içinde karbon yoğunluğu yüksek bir malın üretimine izin vermiyorsa veya o malın yerli üretimini yüksek vergilendiriyorsa, ürün dışarıdan ithal edilebiliyordu. Bunu yaparken ürünün karbon yoğunluğuna bakılmıyordu. Şimdi AB ithal ettiğim malların karbon içeriğine bakacağım ve buna göre ek vergi koyacağım.” Bunun Türkiye için anlamı şu; Türkiye eğer AB’ye ihracatını devam ettirmek istiyorsa, ihracata konu olan ürünlerin üretiminde karbon yoğunluğunu azaltıcı yöntemler bulmak zorunda. Bu önlem, Dünya Ticaret Örgütü’nün ve AB’nin diğer uluslararası kurallarıyla uyumlu olarak tasarlanacakken, önlem ayrıca AB’nin Emisyon Ticaret Sistemi’ndeki karbon sızıntısı riskini önlemeyi işaret eden önlemlere de bir alternatif olacak. Karbon vergisi şu anda küresel olarak 33 ülkede ve ABD ile Kanada’nın sadece belirli eyaletlerinde uygulanıyor.

Bununla birlikte, Yeşil Düzen stratejisine göre AB, bundan böyle başka ülkelerle yapacağı serbest ticaret anlaşması gibi liberalleşmeye yönelik anlaşmalar için aday partner ülkenin Paris Anlaşması’nı “onaylama ve etkin bir şekilde uygulaması” ön şartını getiriyor. Burada önemli kriter, metnin, partner olacak ülke için sadece onaylamayı yeterli görmemesi, daha ileri giderek etkin bir şekilde uygulanması şartını öne sürmesi. Dolayısıyla, Paris Anlaşması’nı şimdiye kadar onaylamayan tek partner ülke Türkiye ve anlaşmadan çıkan ülke ABD açısından AB ile ticarette sıkıntılar yaşanması da beklenebilir.

Türkiye’nin hâlihazırda AB ile Gümrük Birliği ortaklığı mevcut ancak gündemde bu ortaklığın güncellenmesi de bulunuyor. Bu anlamda, güncelleme müzakereleri yapılırken Türkiye için bu şartların uygulanmasının söz konusu olup olmayacağı net olmamakla beraber, böyle bir duruma hazırlıklı olmak önem taşıyor.

SIFIR KARBON İÇİN YOL HARİTALARI ÇOĞALIYOR


İklim değişikliğinin zararlı etkilerinin bertaraf edilebilmesi için küresel ölçekte bu yüzyılın sonunda sıfır karbonlu ekonomiye geçişin sağlanması gerektiği ifade edilirken, bu geçişin sağlanması için tüm ülkelerin yol haritalarını belirlemeleri büyük önem taşıyor. Hâlihazırda; ABD, Kanada, Meksika, Almanya, Fransa ve Benin “Uzun Dönemli Düşük Sera Gazı Emisyonlu Kalkınma Stratejilerini” hazırlamış ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekreteryası’na sunmuş durumda. Enerji, sanayi ve ulaştırma gibi birçok sektöre ilişkin hedeflerin yer aldığı bu stratejilerde, ABD ile Kanada 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 2005 yılı seviyesine göre yüzde 80 azaltmayı hedeflediğini; Meksika 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 2000 yılı seviyesine göre yüzde 50 azaltmayı hedeflediğini; Almanya 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine göre yüzde 85 ila yüzde 90 azaltmayı hedeflediğini ve Fransa ise 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine göre yüzde 75 azaltmayı hedeflediğini belirtmişti.

TÜRKİYE’NİN KARBON AYAK İZİ NE DURUMDA?

Akdeniz Havzası’nda yer almasından dolayı iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine maruz kalan Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2004 yılında, Kyoto Protokolü’ne ise 2009 yılında taraf olmuştu. Paris Anlaşması’nı 22 Nisan 2016 tarihinde imzalamasına rağmen anlaşmaya henüz taraf olmayan Türkiye, günümüze kadar emisyon azaltım yükümlülüğü altına girmemiş durumda. Hızlı gelişen ekonomi ve artan nüfusa paralel olarak Türkiye’nin sera gazı emisyonları 1990-2014 yılları arasında yüzde 125 oranında artarken, başlıca emisyon kaynaklarımız ise enerji, sanayi ve ulaştırma sektörleri olarak öne çıkıyor. Türkiye ekonomisi enerji ve emek yoğun sektörlere dayandığını için önümüzdeki dönemde emisyonlarının artacağı da düşünülürken, Türkiye ekonomisinin karbon yoğunluğu her ne kadar OECD ortalamasına yakın olsa da, OECD ülkelerinin karbon yoğunluğu düşerken Türkiye’nin karbon yoğunluğunun aynı değerlerde devam ettiği görülüyor. Bu trend, emisyon azaltım talebinin karşılanmadığı ve emisyon azaltım potansiyelinin olduğunu da ortaya koyuyor.

Bu kapsamda, iklim meselesini bir fırsat görerek düşük karbonlu ekonomiye geçmeyi başarabilmesi halinde Türkiye, sadece enerjide dışa bağımlılığını azaltmakla kalmayıp yeni istihdam alanları da oluşturabilir. Ayrıca, iklim değişikliği endeksli kurulan yeni ekonomik düzenin önemli aktörlerinden biri olma şansını da yakalayabilir. Bu sebeple, Türkiye’nin düşük karbonlu ekonomiye geçiş için somut hedefler içeren ve tüm sektörleri kapsayıcı bir yol haritası belirlemesi gerekiyor. Tüm sektörel stratejiler bu makro yol haritasına göre hazırlanmalı, tüm yatırım ve teşvik planlamaları da bu çerçevede gerçekleştirilmeli. 10’uncu Kalkınma Planı ile uyumlu olarak oluşturulan ve temel ekseni “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim” olan Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi’nin (2015-2018) devamlılığı bu çerçevede önem kazanırken, daha yeşil ve rekabetçi bir sanayi yapısına dönüşümün sağlanmasıyla ekonomik kalkınmanın hızlanacağı da söylenebilir.

Özetle, Avrupa Yeşil Düzeni stratejisine uyum sağlayabilmiş, kaynakları sürdürülebilir kullanan, verimli üretim metotlarından yararlanan, üretim yaptığı çevreye zararını en az seviyede tutmaya çalışan, zararlı kimyasalların kullanımından imtina eden, iklim değişikliğine sebep olan sera gazı emisyonlarını azaltmayı hedefleyen, atıkların geri kazanımı/tekrar kullanımı/geri dönüşümüne önem veren bir sanayi ekosistemiyle küresel rekabetçiliğimizi arttırabilir, ekonomik ve sosyal refahta önemli sıçramalar gerçekleştirebiliriz.