Türkiye’nin GSYİH’ye oranla Ar-Ge harcaması, 2006 yılında yüzde 0,56 iken 2016 sonu itibarıyla 26 milyar 415 milyon TL ile yüzde 0,94’e ulaştı. Bu dönemde Ar-Ge harcamalarındaki özel sektör payı...

17’NCİ YÜZYILIN BAŞLARINDA FRANCIS BACON’UN DEDİĞİ GİBİ “BİLGİ GÜÇ KAYNAĞIDIR.” BİLİMİN, İNSANLIĞIN REFAH VE GELİŞİMİ YÖNÜNDEN NE DERECE ÖNEME SAHİP OLDUĞUNDAN HAREKETLE, GÜNÜMÜZ BİLGİ ÇAĞINDA ULUSLARARASI ALANDA REKABET EDEBİLMEK İÇİN BİLGİYE YAPILAN YATIRIMIN ÖNEMİ DE AÇIK. BU ÇERÇEVEDE İLK AKLA GELEN KAVRAM İSE AR-GE.

Türkiye’nin GSYİH’ye oranla Ar-Ge harcaması, 2006 yılında yüzde 0,56 iken 2016 sonu itibarıyla 26 milyar 415 milyon TL ile yüzde 0,94’e ulaştı. Bu dönemde Ar-Ge harcamalarındaki özel sektör payı yüzde 37’den yüzde 54’e çıktı. Finans kaynağı bakımından ise özel sektörün payı yüzde 40’tan yüzde 47’e yükselirken, kamu payı yüzde 39’dan yüzde 35’e düştü. Yine bu dönemde 10 bin çalışan başına tam zaman eşdeğer Ar-Ge personeli sayısı 27 iken 46 oldu. Türkiye’de milyon kişi başına düşen bilimsel yayın sayısı da 221’den 395’e çıkmasına rağmen dünya sıralamasındaki yerimiz ancak 20’den 18’e çıkabildi.

Türkiye’deki Ar-Ge harcamaları yüzde 1’e yaklaşırken, OECD kaynaklı Tablo 1’de görüleceği üzere, bu alanda rekor yüzde 4’ten fazla Ar-Ge harcaması yapan Güney Kore ve İsrail’in elinde bulunuyor. Bu ülkeleri ise sırasıyla İsviçre, İsveç, Japonya, Avusturalya, Almanya, ABD, Danimarka, Finlandiya ve Belçika gibi ülkeler takip ediyor.

Ancak, Ar-Ge harcamaların yükselmesinde kaynak tahsisini birincil etken olarak görmemeliyiz. Önemli olan o kaynağı kullanacak kapasitenin oluşturulmasıdır.

Bugün Türkiye’de açılan bazı Ar-Ge destek programlarının tamamının kullanılamadığını görüyoruz. Ya yeterli düzeyde başvuru alınamıyor ya da yapılan başvurular değerlendirilebilir düzeyde bulunmuyor. Bu bakımdan önceliğin, beşeri altyapı yani insan kaynağı kapasitesinin geliştirilmesi olduğu ortadadır. Üniversitelerdeki akademik yeterlilikten tutun, mühendis kalitesine kadar çok yönlü bir yetkinlik gereği söz konusu. Dolayısıyla Ar-Ge harcamalarında hedefimiz olan yüzde 3’lere çıkılabilmesi için kaynak tahsisinden önce bu kaynağı kullanabilecek altyapının oluşturulması gerekiyor.

Bu anlamda firmalarımızda Ar-Ge kültürünün geliştirilmesine büyük katkı sağladığını düşündüğümüz Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı onaylı Ar-Ge ve tasarım merkezlerini ele almakta fayda var.

MAKİNE SEKTÖRÜNDE AR-GE MERKEZİ SAYISI 145’ YÜKSELDİ

NACE Rev.2-Kod: 28 altında değerlendirilen sektörümüzde 2015 yılında 387,5 milyon TL olan mali ve mali olmayan kesim tarafından finanse edilen Ar-Ge harcamalarının 2016 yılında yüzde 46,3’lük artışla 566,9 milyon TL düzeyinde gerçekleştirildiği görülüyor. Bununla birlikte, 2012 yılında makine sektöründe Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı onaylı sadece bir Ar-Ge merkezi bulunurken, bugün toplamda bin 26 Ar- Ge merkezi içinde makine imalatçısı sayısı 145’e çıkarak birinci sektör konumuna geldi. Aynı zamanda 275 tasarım merkezinin 26’sı makine sektörüne ait olup, burada ise tekstil ve imalat sanayilerinin ardından üçüncü sıradayız.

Sektörümüzde bu alandaki sayının hızlı yükselişinde, Ar-Ge merkezleri için gerekli olan tam zamanlı eşdeğer Ar-Ge personeli sayısının 50’den önce 30’a ve sonra da 15’e düşürülmesi etkili oldu. Sektörümüzde 108 büyük işletmeye (250 üzeri çalışan) karşın 696 orta boy işletme (50 ila 249 çalışan) mevcut. Dolayısıyla önümüzdeki bir, iki yıl içerisinde Ar-Ge ve tasarım merkezleri toplam sayımızın 300’e kadar çıkacağını öngörüyoruz.

Bilindiği üzere, Ar-Ge merkezlerinin temel stratejileri arasında, mevcut araştırma disiplinlerini sınır olarak kabul etmeden ileri teknolojilere zemin oluşturacak öncül araştırmalar gerçekleştirme fikri yer alıyor. Firmalardan da bu kapsamda yenilikçi proje fikirlerini yüksek nitelikli ürünlere dönüştürebilmek için üniversite-sanayi iş birliklerine önem vermesi de bekleniyor.

Bu bakımdan Ar-Ge merkezleri; projelerinde üniversitelerden alanında uzman akademisyenlerle iş birlikleri gerçekleştirilmesi, üniversitelerin teknoloji transfer ofisleri, teknoloji merkezleri ve teknoloji geliştirme bölgeleri gibi uygulamaları yoluyla akademisyenlerden ve bu ofislerin bünyesinde yer alan Ar-Ge firmalarından hizmet alımı, üniversitelerde düzenlenen çalıştay, seminer, kariyer günleri gibi aktivitelere katılım sağlanması ve araştırmacı personelin akademik eğitimlerini ve araştırma performanslarını desteklemeye yönelik süreçler geliştirilmesi yoluyla söz konusu etkileşime önemli bir zemin teşkil ediyor. Sonuç olarak makine imalatı, yapısı itibarıyla Ar-Ge ile iç içelik arz ediyor. Genel makinelerde yaşanan küresel rekabet, firmalarımızı ürünlerin geliştirilmesinde dinamik bir sürecin içerisinde olmayı mecbur kılarken, ihtiyaca özel projeler odaklı üretim olarak tanımlayabileceğimiz özel makine üretimleri ise Ar- Ge’yi zaten tasarım sürecinin temel bir girdisi olarak kabul ediyor.

Bu bakımdan firmalarımızın faaliyetlerini Sanayi ve Ticaret Bakanlığı kontrolü altında Ar-Ge ve tasarım merkezleri bünyesinde sürdürülebilir şekilde konumlandırmalarını önemsiyoruz. Böylelikle, özellikle KOBİ’lerimizin hâlihazırda içerisinde oldukları Ar-Ge faaliyetlerinin bir metodolojide tanımlanması ve takibinin kurumsal gelişimlerine ve buna bağlı olarak rekabet güçlerine olumlu katkı sağlayacağını düşünüyoruz.