ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMİN EN ÖNEMLİ İKİ KAVRAMI ETKİNLİK VE VERİMLİLİK OLACAK. DAHA AZ KAYNAKLA DAHA ÇOK VE NİTELİKLİ ÜRETİM İLE KAYNAK VERİMLİLİĞİNİ ORTAYA ÇIKARAN YENİLİKÇİLİK İSE ÜRETİMİN ANA BELİRLEYİCİSİ OLARAK KARŞIMIZDA DURUYOR.

Sanayi Devrimi ile başlayan süreçten bugüne dünya ekonomisi, tarihin hiçbir döneminde olma-yan bir hızla büyüyor. 1784 yılında buhar, su ve mekanik üretim ekipmanlarıyla başlayan Birinci Sanayi Devrimi, 1870’te uzmanlaşma, elektriğin üretime dâhil olması ve kitlesel üretimle ikinci faza geçmiş; 1969’da elektronik, bilgi teknolojileri ve otomatik üretimle sanayide üçüncü devrim başlamıştı. Başlangıç tarihini net bir şekilde belirleyemesek de içinde bulunduğumuz Dördüncü Sanayi Devrimine ise dijitalleşme damgasını vuruyor.Dördüncü Sanayi Devriminin tam anlamıyla üretim süreçlerine hâkim olmasıylabizi bekleyen yeni dönem çok farklı olacak. Küresel gelir artacak ve insanların yaşam standardı yükselecek. Ulaştırma ve iletişim maliyetleri azalacak, lojistik ve küresel arz zincirleri çok daha etkili olacak, ticaret maliyetleri azalacak ve tüm bunlar yeni pazarların açılmasına ve ekonomik gelişmenin ortaya çıkmasına imkân tanıyacaktır. Arz tarafında pek çok endüstri yeni teknolojilerin hayata geçmesiyle mevcut ihtiyaçların karşılanmasında yeni yollar bulacak ve bu gelişme de sanayideki değer zincirini kökten etkileyecektir. Üçüncü Sanayi Devriminin otomasyona dayalı modelinden teknolojilerin kombinasyonunu içeren inovatif Dördüncü Sanayi Devrimine dönüş, halen firmaları iş yapış şekillerini gözden geçirmek zorunda bırakmaya devam ediyor. Fiziksel, dijital ve biyolojik dünyalar hiç olmadığı kadar yakınlaşıyor. Önümüzdeki bu yeni dönemin en önemli iki kavramı da etkinlik ve verimlilik olacak. Daha az kaynakla daha çok ve nitelikli üretim ile kaynak verimliliğini ortaya çıkaran yenilikçilik ise üretimin ana belirleyicisi olarak karşımızda duruyor. 

ANTROPOSEN DÖNEMİNDEVERİMLİLİK

Bu kadar yoğun bir değişim ve dönüşümün yaşanmasını beklediğimiz önümüzdeki dönemde “yeşil sanayi” kavramı hiç olmadığı kadar önemli hale gelecektir. Dijitalleşmeyle birlikte üretim süreçlerindeki değişim ve dönüşüm doğaya ve çevreye daha duyarlı teknolojileri de hayatımıza sokmaya devam ediyor. Nasıl ki 2000 yılından bugüne Fortune 500 listesindeki firmaların yarısının ismi değişmişse, bundan sonra da verimli ve etkin üretim süreçlerini ve teknolojilerini geliştiren, dijitalleşmeyle birlikte kaynaklarını en doğru kullanan firmalar listedeyer bulacak; değişime ayak uyduramayanalar ise listeden eleneceklerdir. Tüm bu gelişmeler, doğa dostu teknolojilerin ve üretim süreçlerinin ön plana çıkmasına imkân tanıyacaktır.Gezegenimiz Dünya’nın yaşam destek sisteminin temel belirleyicisinin insan olduğu Antroposen döneminde yaşıyoruz. Bu dönemde insanoğlunun dünyaya etkisi en üst seviyeye çıkarken, sanayi öncesi döneme göre dünyayı 1°C daha sıcak hale getirmeyi başardık! Ancak bugün doğaya ilişkin duyduğumuz kaygıların da yeni teknolojik gelişmeler ve yeni yönetsel anlayışla üstesinden gelebiliriz. Bunun için yalnızca teknolojilerin değil aynı zamanda zihniyetin değişmesine de ihtiyacımız var. İnsanoğlunun hırs ve arzularının yükü, dünya tarafından kaldırılamaz hale geldi. Her ekonomik faaliyetin belirli bir oranda doğaya zarar verdiğini biliyoruz. Ancak bunun dozu, doğanın telafi edebileceği kadar olmalı; doğaya yeteri kadar zaman tanımalıyız. 

ETKİNLİK/EŞİTLİK TARTIŞMASINDA VERİMLİLİK

Modern ekonominin kurucu babası kabul edilen İskoç filozof Adam Smith’ten bugüne iktisat bilimi iki temel sorun üzerinde kafa yoruyor: Nasıl daha çok üretebilirim ve bu üretileni nasıl paylaşacağız? Diğer bir ifadeyle etkinlik ve eşitlik sorunsalı 19’uncu yüzyıldan beri tartışılmaya devam ediliyor.Bugün ismini hatırladığımız iktisatçıların her biri bu iki kavramdan birine ağırlık verip diğerini göz ardı etti. Örneğin Adam Smith de iş bölümüyle üretimin artacağını söylerken, bu üretimin nasıl paylaşılacağına hiç değinmemiştir. Birinci Sanayi Devrimi ile devam eden süreçte üretim artığını artırma meselesi o kadar ön plana çıkmıştı ki, artık iş kronometre ile işçinin bir işi en kısa ne kadar sürede yapabileceğinin hesaplanmasına kadar varmıştı. Buna karşılık Marksist akım ise tüm bu süreçlerin getirdiği yabancılaşmayla başlayarak asıl sorunun bölüşüm sorunu olduğunu dile getirmiş ve meselenin diğer kısmını göz ardı etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki küreselleşme dönemiyle birlikte neoliberal akımlar tüm dünyayı sararken, küresel rekabet ortamında ayakta kalmak adına sermaye odaklı bir bakış açısının egemen olduğu bir döneme geçildi. Bu dönemin popüler kavram ise rekabetti ve bu rekabette ayakta kalmak temel prensip olarak öne sürüldü. Ciddi bir zihinsel değişim ve dönüşümü gerektiren “verimlilik” algısı aslında “derinlik” algısına benzer. Objelere tek boyutlu değil de çok boyutlu baktığımızda nasıl çok farklı şeyleri görebiliyorsak, benzer şekilde verimlilik odaklı bir bakış açısı da yeni ve farklı düşünceleri beraberinde getirir. Çünkü verimlilik hem yüksek kâr oranlarına imkân tanırken aynı zamanda daha kısa çalışma zamanlarına da olanak sağlar. Verimlilik, yalnızca işverenin değil aynı zamanda işçinin de yenilikçi olmasını gerektirir. “Bugün çok çalıştım mı?” sorusunun yerini “Bugün verimli çalıştım mı?” sorusu alır. Çalışanın, yalnızca emeği ile değil aynı zamanda işi yaparken beyninde ortaya çıkan entelektüel sermaye ile iş süreçlerine dâhil olmasına imkân tanır. 

TÜRKİYE’DEVERİMLİLİK RAKAMLARI

 OECD tarafından açıklanan verimlilik verileri, dünya ülkelerindeki iş gücü ve sermaye verimliliğinin karşılaştırmalı analizi açısından önemli bir kaynaktır. 19702022 yılları arasında ve 2015 yılı satın alma gücü paritesine göre açıklanan bu veriler, ülkelerin dolar bazında sabit fiyatlarla iş gücü verimliliğini ortaya koyar. Grafik 1’de, Türkiye’de çalışılansaat başına yaratılan sabit fiyatlarla milli gelir rakamını dolar bazında görebiliyoruz. Grafikten görüleceği üzere, özellikle 2002 sonrası dönemde Türkiye’de saat başına yaratılan reel milli gelir rakamında ciddi bir yükseliş izleniyor. 2008 küresel krizi sonrasında yeniden ivmelenen eğri 2020 sonrasında ise düşüş eğilimine girmiş durumda. 2022 yılında 52,5 dolar düzeyindeki rakamın karşılaştırmalı analizinde ise Türkiye’nin OECD ülkeleri içerisinde ortalarda yer aldığını görüyoruz. İngiltere’de 60,5 dolar, ABD’de 73,9 dolar, Euro Bölgesinde 60,8 dolar, İrlanda’da 131,6 dolar olan çalışılan saat başına yaratılan reel milli gelir rakamı, Portekiz’de 43,9 dolara, Macaristan’da 40,8 dolara ve Estonya’da 40,4 dolara geriliyor.