Endüstri 4.0 artık her platformda konuşuluyor. Küresel üreticiler bu kavram üzerinden gerçekleşecek yeni üretim teknikleri ve ekonomi parametrelerine uyum sağlamak için var güçleriyle...
Endüstri 4.0 artık her platformda konuşuluyor. Küresel üreticiler bu kavram üzerinden gerçekleşecek yeni üretim teknikleri ve ekonomi parametrelerine uyum sağlamak için var güçleriyle çalışıyor. Şirketlerin Ar-Ge birimleri, hiç olmadıkları kadar öne çıkıyor, Ar-Ge ve Ür-Ge bütçeleri devasa paylar alıyor, devletlerin Ar-Ge yaklaşımları güçleniyor.
Çünkü Ar-Ge ile elde edilen yeni bilgiler, buluşlar ve geliştirilen teknikler, katma değerli üretim için olmazsa olmaz bir ihtiyaç olmaya başladı. Günümüzün konvansiyonel üretim teknikleri çok yakın bir dönemde daha kompakt ama daha hızlı ve kapsamlı, daha çevreci tekniklere evrimleşecek.
Bu çerçevede, şirketlerin dünyaya son derece açık ve yaratıcı olmaları, buluşçuluğu öne çıkaracak yapıları bünyelerinde kurmaları ve bu yapıları büyük desteklerle kullanmaları gerekli.
Elbette bu sistemin işlerliği için harcanacak bütçelerin heba olmasını; elde edilecek yeni ve son derece kıymetli bilgilerin rakiplerinizin eline kolayca geçmesini istemezsiniz değil mi?
Patent ve faydalı model, Ar-Ge ile elde edeceğiniz buluş ve tekniklerin mülkiyet haklarını koruma altına alan en güçlü hukuksal dayanağınızdır. Hele ki Endüstri 4.0 arifesindeyken, hatta bu yeni sanayi devriminin içindeyken, patent ve faydalı modelin önemi daha da fazla önem kazanıyor.
BULUŞÇULAR DESTEKLENMELİ
Türk Patent Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Habip Asan, uluslararası platformda sayısal açıdan en çok yasal düzenlemenin fikri ve sınaî mülkiyet hakları kapsamında yapıldığına, tam olarak bu yüzden dikkat çekiyor. 21’inci yüzyıla damga vuran en önemli gelişmenin, ekonomi küreselleşirken sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş olduğuna değinen Prof. Dr. Asan, bu süreç içinde teknolojik gelişmelerin ticari alanda uygulamaya konulmasıyla yeni mal ve hizmetlerin geliştirildiğinin, ancak büyük zihinsel faaliyetler sonucunda ortaya çıkan bu yeni mal ve hizmetlerin izinsiz kullanımının da her zamankinden daha yüksek seviyelere çıktığının altını çiziyor. Patent ve faydalı model, yapılan yatırım ve çalışmaların sonucu olarak katma değer yaratacak bir buluş ortaya çıkarıldığında ve piyasaya sürüldüğünde, rakiplerin aynı zahmeti çekmeden ve aynı maliyetlere katlanmadan buluş konusu ürün ya da üretim yönetimini taklit etmemesi için alacağınız en etkili önlemlerdir. Patent hakkı, buluş sahibine buluşu üzerinde belirli bir süre için mutlak ve inhisarı yetki sağlar. Bu hak, buluş sahibine, izinsiz kullanmalara engel olmak yetkisiyle beraber, hakkını üçüncü kişilere devretmek ya da belirli bir süre için üçüncü kişilerin buluştan yararlanmasına izin vermeyi de kapsar.
Patent sisteminin temel amacı, teknik, ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanmasıdır. Bu gelişmelerin sağlanabilmesi için toplumun teknolojik gelişmişlik düzeyinin yükseltilmesi; teknolojik seviyenin yükseltilebilmesi için de teknik alana buluşların ve yeniliklerin ilave edilmesi, yani teknik alanın zenginleştirilmesi gereklidir. Ancak Prof. Dr. Asan, teknik alanın zenginleştirilmesinin kolay olmadığını vurgularken, “Bunun yapılabilmesi için gerçekten yeni buluşlar ortaya çıkartılmış olmalıdır. Yeni buluşların ortaya çıkartılabilmesi ve böylece teknolojik gelişmenin sağlanabilmesi için, yenilik üretenlerin teşvik edilmeleri gerekir. Çünkü yeni buluşların ortaya çıkartılabilmesi için emek, zaman ve sermayeye ihtiyaç vardır. Buluş yapmak için çaba harcayan kimse bu çabasının karşılığını alamadığı takdirde, bir daha buluşlar ortaya çıkarmak için uğraşmayacaktır. Bu nedenle, ortaya buluş çıkartan kimselerin desteklenmesi teşvik edilmesi gerekir” değerlendirmesinde bulunuyor.
MAKİNE SEKTÖRÜ PATENT LİGİNDE DE LİDER
Hatırlanacağı üzere, patent artış hızında Türkiye Avrupa genelinde yerli patent başvurularında sekizinci, marka başvurularında birinci, tasarım başvurularında ise ikinci sırada yer alıyor. Avrupa’yla yarışır hale gelen Türkiye’nin patent şampiyonu ise son yıllarda makine sektörü oluyor. 2014’te toplam başvuruların yüzde 38,7’sini yapan sektör, 2015’te de patent liderliğini sürdürdü.
Özellikle KOBİ’lerin patent ve buluşlarını beş yıl içinde 18 kat artırmayı başarmaları elbette sevindirici bir gelişme. Ancak 2023 için belirlenen ihracat hedeflerinin yanı sıra değişen küresel ekonomi içerisinde daha güçlü yer almanın koşulu olarak, küresel patent liginde daha yüksek sıralarda yer almamız gerekiyor. MAİB Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Dalgakıran’a göre de bu tablo yeterli değil; ancak Türkiye ekonomisinin gidişatı açısından oldukça önemli. Makine sektörünün ihracat ve büyümede Türkiye ortalamasının üzerinde performans gösterdiğini belirten Dalgakıran, “Buluş hızında sektörümüz ön sıralarda. Yüksek teknolojide üretim yapmamız da patent başvurularının niteliksel değerini yükseltiyor. Ar-Ge teşviklerinin bunda büyük etkisi var” derken, bu teşviklerle birçok firmanın kendi Ar-Ge merkezlerini kurduğunu ve yatırımlarını Ar-Ge’ye aktarmaya başladıklarını ifade ediyor.
Türk Patent Enstitüsü verilerine göre 2014’te 15 bin 943 olan toplam patent ve faydalı model başvurusu, 2015 yılında 17 bin 541’e yükseldi. Bu dönemde yerli patent başvurusu bir önceki yıla göre yüzde 13,4 artarak 5 bin 512 olurken, 2016’nın ilk çeyreğinde ise 3 bin 223 patent başvurusu yapıldı; başvurulardan 2 bin 225’i ise patent belgesi almaya hak kazandı. Yılın ilk çeyreğindeki patent başvurularının bin 226’sı yerli, bin 997’si yabancı kişi ve firmalardan gelirken, günlük patent başvuru ortalaması ise 35’i buldu. Veriler, diğer yandan, geçen yılın aynı dönemine göre yerli patent başvurularında yüzde 24,1, yabancı patent başvurularında ise yüzde 4,8 artışa işaret ediyor. Toplam patent başvurusundaki artış ise yüzde 11,4 olarak ölçüldü.
Benzer şekilde, faydalı model tescili için de TPE’ye bu yılın ilk üç ayında 963’ü yerli, 20’si yabancı olmak üzere 983 ürün için başvuru yapıldı. Endüstriyel tasarım kapsamında ise aynı dönemde 11 bin 377 başvuru alındı.
AR-GE MERKEZLERİ, PATENT BAŞVURU SAYISINI ARTIRDI
Patent ve faydalı model başvurularındaki artışta, MAİB Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Dalgakıran’ın da vurguladığı gibi, sayıları 265’e ulaşan Ar-Ge merkezlerinin etkisi büyük rol oynuyor. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verilerine göre, Ar-Ge merkezi belgesi alan 295 işletme içinde faaliyete geçen 233 firmanın bin 22 buluşu patente dönüştürmesi, bunun en iyi örneği. Ayrıca istihdama da katkı sağlayan Ar-Ge merkezlerinde, Türkiye genelinde halen 27 bin 500 mühendis çalışıyor. Pek çok yenilikçi çabanın sürdürüldüğü merkezlerde 5 bine yakın proje yürütülürken, Ar-Ge merkezlerindeki faaliyetler sonunda ortaya çıkarılan ürün ve yöntemler için bugüne kadar tam 3 bin 639 patent başvurusunda bulunuldu.
Diğer yandan TPE verilerine göre başvurulara bölgeler bazında bakıldığında Marmara Bölgesi’nin başı çektiği gözleniyor. Bu alanda ikinci sırada yer alan İç Anadolu Bölgesi’ni üçe katlayan Marmara Bölgesi, 3 bin 361 patent başvurusuyla hem geçen yılın rekorunu kırdı hem de diğer bölgelerin açık ara önüne geçti.
Benzer şekilde, patent sayısı yüksek illerin sanayileşmiş ve üniversite sayısı fazla iller arasından çıkması da dikkat çekiyor. Dokuz ilde başvuru sayısı 100’ü geçerken, İstanbul’dan yapılan başvurular bir önceki yıla göre yüzde 10 artarak 2 bin 399’a yükseldi. Bu alanda birinciliği elinde bulunduran İstanbul’u 636 başvuruyla Ankara ve 440 başvuruyla Bursa takip ediyor.
DÜNYA PATENT LİGİNDE 15’İNCİYİZ
2015 yılı Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı verilerine göre dünyada patent başvurularında Türkiye 15’inci, marka başvurularında altıncı, tasarım başvurularında dördüncü sırada bulunuyor. Dünyada her yıl 2 milyondan fazla patent başvurusu yapılırken, Türkiye halen toplam başvuruların ancak binde ikisini gerçekleştiriyor. Oysa uzmanlar, 2023 hedeflerine ulaşabilmek için Türkiye’nin patent sayılarını yıllık 5 bin seviyelerinden 50 bine çıkarması gerekliliğine dikkat çekiyor. Ancak böylelikle, inovatif çözümlerle başlayan, patent araştırmalarıyla doğrulanan ve güçlü patentlerle taçlandırılan Ar-Ge süreçleriyle emek yoğun ekonomiden değer yoğun ekonomiye geçişi tamamlayabiliriz.
Patent sayılarının 10 kat artması için temel koşullardan biri ise çağın gerekliliklerine sahip bir patent sisteminin yasal zeminde kurulmasıdır. Bu amaçla TBMM’ye sevk edilen Sınai Mülkiyet Kanunu Tasarısı’nın 2017 içerisinde görüşülmesi ve yasalaşması bekleniyor. Söz konusu yasa tasarısı marka, tasarım ve patentlerle ilgili başvuru, tescil ve koruma süreçlerini hem daha hızlı hem de daha etkin bir hale getirecek; sınai mülkiyet haklarının ihlali halinde cezai değil hukuki yaptırımları güçlendirecek; tasarımlar için yenilik incelemesi getirecek ve incelemesiz patent sistemini kaldıracak. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Dr. Faruk Özlü, ilgili yasa ile verilen patentlere, tescil sonrasında da itiraz edilebilmesini sağlayacaklarını dile getirirken, “Ticarileştirmeyi kolaylaştırmak amacıyla kamu destekli projeler sonucu ortaya çıkan buluşun hak sahipliğini projeyi yürüten tarafa bırakacağız. İhdas edilen yeni daireler ve kadrolarla, Türk Patent Enstitüsü’nün idari kapasitesini güçlendireceğiz. Sınai mülkiyet sistemimizin en önemli unsurları arasında yer alan patent ve marka vekilleriyle ilgili düzenlemeleri dehayata geçirecek, her açıdan çok daha güçlü bir sınai mülkiyet sistemi inşa edeceğiz” diyor.
Bakan Özlü, bir diğer önemli gelişme olarak, Borsa İstanbul bünyesinde kurulacak Fikri Mülkiyet Borsası’nın da patentlerin ticarileşmesine büyük katkı sağlayacağını ifade ediyor ve “Ülkemizde, patentlerin, tasarımların, markaların hem nicelik hem de nitelik olarak artması için yoğun bir şekilde çalışacağız. İşletmelerin finansal yapılarında da marka değerlerinin ve patentlerin ağırlık kazanmasını istiyoruz” değerlendirmesinde bulunuyor.
ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ ÇOK ÖNEMLİ
Türk sanayisinin patentleşmesi, rakamlardan da görüleceği üzere son yıllarda yükselen bir grafik izliyor. Ar-Ge merkezleri sayısının artıyor oluşunun yanı sıra üniversite sanayi işbirliğinin de gelişiyor olması, rakamlardaki yükselişin bir diğer önemli nedeni. Akademisyenlerin geliştirdiği yeni teknik ve buluşlar çeşitli platformlarda sanayicilerle buluşturulurken, üniversitelerin TÜBİTAK desteği ile kurduğu ve sayıları 19’a ulaşan Teknoloji Transfer Ofisleri ile Türk sanayisine olan katkıları da artıyor.
Bu kapsamda, bu sayımızda da haberine yer verdiğimiz, patent sahipleri ile sanayicileri bir araya getiren Üniversite Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu (ÜSİMP) Ulusal Patent Fuarı Kasım ayı başında ikinci kez gerçekleştirildi. Toplam 124 patentin sergilendiği etkinlikte, akademisyenler ve sanayiciler arasındaki çok sayıda ikili görüşme de sevindirici bir gelişmeydi.
Çukurova Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Öğretim Üyesi ve Üniversite Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu (ÜSİMP) Yürütme Kurulu Başkanı Prof. Dr. A. Hamit Serbest, bu platformların Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşılması yolunda çok önemli olduklarını vurgularken, üniversitelerde üretilen bilginin transfer edilebilmesi ve sanayi-üniversite iş birliğinin sistematik hale getirilmesinin önemine değiniyor.
Diğer yandan Prof. Dr. Serbest, Türk sanayisinde patent ve Ar-Ge kültürünün yerleşmiş olduğunu söyleyebilmek için erken olduğunu da ifade ediyor: “Bu yaklaşımın tamamen sanayiciye özgü bir durum olduğunu düşünmek yanlıştır. Öncelikle, patent olgusunu ‘fikri mülkiyet hakkı’ olarak, yani insan aklının ürünü olan her türlü özgün çalışma sonucunu kapsayacak şekilde ifade etmeliyiz. Bugün insanımız bir kitabın korsan baskısını almayı tercih ediyorsa veya dinlemek istediği müzikleri yasal olmayan yollardan ediniyorsa, bu eserleri geliştirenlerin haklarına saygı duymuyor demektir. Benzer şekilde sanayicimizde de yerleşik yaygın kanı, patent aldığı takdirde tüm bilgisinin kopyalanacağı ve yasal yollardan hakkını aramasının uzun yıllar süreceği yönündedir. Yurt dışına açılmaya başlayan firmalarımız ve yurt içinde yabancı firmalarla rekabet etme durumunda olanlar artık fikri mülkiyet haklarını değişik yollarla koruma alışkanlıklarını geliştirmektedir. Ar-Ge yapmak ve daha yüksek katma değerli ürünler yetiştirmek konusunda hala zincirlerimizi kıramadığımız ise acı bir gerçek.
Bu durumun nedeni sanayicimizin bunu başarabilecek yetkinlikte olmaması mı? Kesinlikle hayır! Gerçekte eksik olan, uzun vadeli plan ve yatırım yapabilecek güce ve inanca sahip olmamalarıdır. Ülkenin uzun yıllardan bu yana içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çalkantılar da sanayicimizi ürkek bir politika izlemek zorunda bırakıyor. Bu ürkeklik sonucunda da firmalarımız başarısız olma endişesiyle, ürettikleri ürüne kendi markalarını basıp satmak yerine büyük üreticilerin markasını basıp satmayı, onlar adına fason üretim yapmayı daha güvenli buluyor.”
“BİLGİ OLMADAN BULUŞ OLAMAZ”
Prof. Dr. Serbest, patenti, bir buluşun dünya ölçeğinde yeni olduğu ve sanayiye uygulanabilirliğinin tescili olarak özetlerken, böyle bir yeniliğin ortaya çıkarılabilmesinin ilk koşulunun ise var olanları öğrenmek olduğunun altını çiziyor. “İster bilimsel bir çalışma olsun isterse teknolojik, yeni bir şey yapabilmenin yolu başkalarının bu alanda neler yaptıklarını bilmeyi gerektirir. Yani var olan bilgilere erişmeyi bilmeden patentlenebilecek bir buluş yapmak mümkün değildir” diyerek devam eden Prof. Dr. Serbest, bilgiye erişmeden ve onu içselleştirmeden, çalışmaları yaratıcı ve sistematik bir biçimde yürütmeden özgün bir buluş ortaya çıkarmanın söz konusu olamayacağı uyarısında bulunuyor.
Gerçekten de buluş, Prof. Dr. Serbest’in vurguladığı gibi “cin fikirlik” değil. Halk deyimiyle cin fikirli, yani çok zeki olabilirsiniz ama bilgi olmadan hiç bir şey yapamazsınız. İşletmeler özelinde konuşacak olursak, bilgi sizin aklınızda olanların dışındaki her şeydir. Çalışanlar, müşteriler, rakipler başta olmak üzere paydaşlarınızın tamamının sahip olduğu görüş ve şikayetler sizin kullanabileceğiniz bilgi anlamına gelir. Tabii bu arada, her ülkede olduğu gibi, toplum adına bilgi geliştirme görevini üstlenmiş olan yurt içi ve yurt dışı üniversiteler, araştırma kurumlarının da en öncelikli paydaş olarak kabul edilmesi gerekli.
YERLİ PATENT BAŞVURULARI BU YIL YÜZDE 17 ARTTI
Türkiye’de patent ve marka denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olan Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz ise Türk iş insanlarının müteşebbis olduğunu, hızlı aksiyon aldıklarını, problem çözmeyi sevdiklerini söylerken, uzun vadeli planlar, stratejik, yönetsel ve sistematik girişimlerde zorlandıklarını dile getiriyor. Bu bakımdan, Ür-Ge ve Ar-Ge yapılarının ileri teknolojiye odaklı güçlü ve sürekli bir patent yönetimi sergileme becerisinin Türk iş insanları açısından gelişime açık bir alan olduğunu ifade eden Yamankaradeniz, patenti anlamanın ve buradan değer üretmenin kolay olmadığının; bu nedenle istekli ve organize olarak daha çok çalışmamız gerektiğinin altını çiziyor. Türkiye’deki patent istatistiklerinin yerli patent başvurularında ortalama yüzde 10 büyüme sergilediğine değinen Yamankaradeniz, bu yılın ilk üç çeyrek büyüme oranının ise yüzde 17 olduğuna dikkat çekiyor. Bununla birlikte, ülke potansiyeline göre 5-6 bin yerli başvuru adedinin çok düşük olduğunu da vurgulayan Yamankaradeniz, “Umarım devletin verdiği bu Ar-Ge ve patent teşvikleri iyi anlaşılır ve yeni Sınai Mülkiyet Kanunu’nun TBMM’den geçmesi bir domino etkisi yapar da bu rakamları katlayarak artırırız” değerlendirmesinde bulunuyor.
Kemal Yamankaradeniz, patentin bir amaç değil, Ar-Ge faaliyetlerinin başarım göstergesi olduğunu da söylüyor ve gelişmiş ülkelerdeki firmaların, Ar-Ge departmanlarında üç ila dört kişilik proje takımı oluşturup yıllık 7-10 patent hedeflemesi yaptıklarını ifade ediyor. Yamankaradeniz’e göre, Türk iş insanlarının bu rekabeti iyi anlaması ve örnek alması, Türk sanayisinin Endüstri 4.0 içerisinde öncü konumda olabilmesi açısından önem arz ediyor. Yamankaradeniz’in üzerinde önemle durduğu bir başka başlık ise maliyetler: “Türkiye’de patent süreçlerinde maliyet gerçekten düşük diyebilirim. Araştırma ve inceleme rapor ücretlerinde toplamda bin 200 avroya kadar TÜBİTAK destekliyor ki, araştıran ve inceleyen kurum TPE’nin kendisi daha düşük rakamlara ihtiyaç duyuyor. Tescil halinde ise buluşçuya 3 bin TL ödül veriliyor. Burada esas maliyet, başvuruyu hazırlayan ve süreci takip eden vekillerin ücretleri ki burada buluşun niteliğine göre birkaç bin TL masraf oluşabiliyor. Eğer ilk başvuru, strateji gereği ABD, Almanya gibi ülkelerde hazırlanıp dosyalanacak ise on binli rakamlara ihtiyaç olacağını da söylemeliyiz.”
Bununla birlikte Yamankaradeniz, patentin alternatifi olmadığının da altını çiziyor ve “Gizli tutabilirsiniz ancak bir şekilde ifşa olursa ve başkaları patenlerse, ciddi mücadeleye girmek durumunda kalabilirsiniz. Patentler de aynen marka ve tasarımlar da olduğu gibi bir firmanın mülkü, arabası gibi maddi bir varlığıdır. Kiralanabilir (lisans), satılabilir (devir), takasa (çapraz lisans) ve mirasa konu olabilir. Hak ihlallerinde davaya konu edilebilir. Etkin kullanılırsa prestij ve güç göstergesidir. A-Ge ve kurumlar vergisi teşviklerinde patentli ürünün yeri özeldir” diyor.
AR-GE KÜLTÜRÜ YAVAŞ GELİŞİYOR
Patentleşelim, Ar-Ge çalışmalarının meyvelerini toplayalım diyoruz ancak, Ankara Patent Bürosu Yönetim Kurulu Başkanı ve TOBB Türkiye Patent ve Marka Vekilleri Meclisi Başkanı, ayrıca Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde kurulan Patent Kanunu ve Türk Patent Enstitüsü Kuruluş Kanunu Hazırlık Özel İhtisas Komisyonu’nda Raportörlük ve Başkan Vekilliği yapmış olan Kaan Dericioğlu, Türkiye’de daha Ar-Ge faaliyetlerine yönelik kültürel birikimin bile yeterince gelişmemiş olduğunu hatırlatıyor.
“Ar-Ge için öncelikle para gerektiği düşünülür, oysa çoğunlukla paranın bulunması Ar-Ge için yeterli olmaz. Başarılı Ar-Ge faaliyeti için bilgi birikimi, deneyim, zaman, yeterli uzman ve hedefleri belirlenmiş konulara odaklanmak gereklidir” diyerek devam eden Dericioğlu, ihtiyaçların belirlenmesi, ihtiyaçları karşılamak için yapılacakların planlanması, çalışılacak alanda mevcut çözümlerin öğrenilmesi, henüz çözümlenmemiş sorunların saptanması ve bu sorunların teknik çözümleri için Ar-Ge faaliyeti yapılması şeklinde bir yol haritası kurgulanması gerekliliğini ifade ediyor.
Söz konusu yol haritasının uygulanması ile elde edilen teknik çözümlerin başarısını sınamak için en önemli kaynak ise, Dericioğlu’nun da işaret ettiği üzere, genellikle Ar-Ge ile birlikte anılan patent sistemi. Elde edilen teknik çözümler, eğer patent ile korunabilir nitelikteyse kültürel birikim için adımlar atılmaya başlanmış demektir.
Diğer yandan, Kaan Dericioğlu, Türkiye’de uygulanan ilk patent kanununun 23 Mart 1879 tarihli İhtira Beratı Kanunu olduğunu da anımsatırken, “Patent istatistiklerine bakıldığı zaman, 1995 yılına kadar 116 yıl yürürlükte kalan bu Kanun dönemindeki veriler, bir kültürün oluşmadığının kanıtıdır. 1995 yılında yürürlüğe giren 551 sayılı Patent Kanun Hükmünde Kararnamesi ile patent konusunda çağdaş hükümler oluşturulmasına rağmen kültürel gelişim yavaş olmuştur. 1995 ila 2005 yıllarında Türkiye’de verilen yerli patent sayısı iki rakamlı ve 2006 ila 2011 yıllarında üç rakamlı; 2012 ila 2015 yıllarında dört rakamlıdır. 1995 yılında 58 olan patent sayısı, 2014 yılında 1251 olabilmiştir. 2014 yılında dünya çapında verilen yerli patent sayısı ise toplam 707 bin 500 olmuştur. Bu sayılar ABD, Çin ve Japonya’da altı ve Güney Kore’de beş rakamlıdır (Kaynak: http:// www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_ pub_941_2015.pdf). 707 bin 500 sayısı içinde 1276 ile temsil edilmek, Ar-Ge ve patent kültürünün henüz oluşmadığını göstermektedir” değerlendirmesinde de bulunuyor.
TPE ALTYAPISININ DA İYİLEŞTİRİLMESİ GEREKİYOR
Bununla birlikte, Kaan Dericioğlu, Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerine ulaşabilmesi için yıllık patent başvuru sayısını yükseltmesi gerekliliğine katılmakla birlikte, patent değerlendirme ve belgelendirmesinde tek kurum olan TPE’nin altyapı eksikliklerine de dikkat çekiyor: “Türkiye’de bir yılda yapılacak patent başvurusu sayısının 50 bin olması, öncelikle Ar-Ge’ye yeterince bütçe ayrılmasına bağımlıdır. Bu sayıdaki başvurunun araştırılması ve incelenmesi için TPE’de ne kadar uzmana ve nasıl bir alt yapıya ihtiyaç olacağı hesap edilebilir. TPE’nin 2015 yılı faaliyet raporunda, “… Enstitüde düzenlenen araştırma ve inceleme rapor sayıları 2013 yılında 938, 2014 yılında 1.629 olup, 2015 yılında ise 2 bin 309 olmuştur” deniliyor (Kaynak: http://www.tpe.gov.tr/TurkPatentEnstitusu/ resources/temp/4C42581B-5B2E-4C18- 90D4-F93E491DB725.pdf). Resmi istatistiklere göre TPE’ye 2015 yılında yaklaşık 5 bin 500 patent başvurusu yapılmış ve yaklaşık 100 incelemeci mühendis tarafından düzenlenen rapor sayısı 2 bin 309 olmuştur. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property Organization-WIPO) istatistiklerine göre 2014 yılında Almanya’da 48 bin 154, İngiltere’de 15 bin 196 ve Fransa’da 14 bin 500 patent başvurusu yapıldı (Kaynak: http://www.wipo.int/edocs/pubdocs/ en/wipo_pub_941_2015.pdf).
Bu ülkelerde Ar-Ge için ayrılan bütçeler ile Patent Ofisi alt yapıları incelenirse, Türkiye için hedeflenen 50 bin başvuru sayısı yerine daha makul bir sayı düşünülebilir. 50 bin patent başvurusu için TPE bünyesinde çalışacak incelemeci sayısının 600’den fazla olması gerekli. WIPO istatistiklerine göre 2014 yılında Çin’de 801 bin 135 patent başvurusu yapılmıştı. Eğer Çinliler bu başvurulardan 10 bin adedini, 12 aylık rüçhan hakkı süresi içinde Türkiye’de de yapmak isteseydi, patent başvurularını hazırlayacak Patent Vekilleri, metinleri Türkçeye çevirecek çevirmenler ve başvuruları değerlendirecek TPE uzmanları acaba ne yapacaklardı?”
AR-GE MERKEZLERİNİN TEMEL SORUSU: PATENT Mİ ÖNEMLİ KÂR MI?
Son olarak, patent ve Ar-Ge hakkında önemli bir soruya yanıt arayarak konumuzu bağlayalım. Ar-Ge’nin odağında patent mi olmalı, yoksa kâr mı?
Destek Patent Ar-Ge ve Eğitim Danışmanı Hakan Özcan bu sorunun yanıtını bakın nasıl veriyor: “Ürün tasarım süreçleri genellikle şartnameler, müşteri ve ana sanayi istekleri ile tasarım kurallarına göre değişir. Bazen firmalar oluşturdukları tasarımı kendi istedikleri gibi ortaya koyamazlar. Bunun sebebi rakiplerin aldığı patentlerdir. Odağı patent olmayan hiçbir Ar-Ge kuruluşu ve Ar-Ge yapan firma yüksek uluslararası pazar payına sahip olamaz ve verimli Ar-Ge çalışmalarında başarılı olup yüksek kârlar elde edemez. Patent sayılarının artışı ile pazar payının artışı arasında doğru orantı söz konusudur. Türkiye’de işletmelerin üniversite ve sosyal bilimlerle birlikte çalışma kültürünün geliştirilmeye ihtiyacı var olduğundan, yenilikçi ürün ortaya koyma metodolojileri gelişmiyor. Oysa pek çok ülkede daha ürün fikir aşamasındayken SWOT, 5N1K, QFD, Balık Kılçığı, Beyin Fırtınası, Tersine Beyin Fırtınası, PARETO gibi pek çok metot kullanılarak üretilecek ürünler, üreticileri, tüketicileri, pazar, lojistik gözden geçirilmekte ve buralardan elde edilen veriler tasarım aşamasında kullanılıyor. Özellikle Japon işletmelerinden biri, bu tür metotları kullanarak otomobilin ilk bulucusu olan Avrupa ve Amerika pazarlarını etkilemiştir. Ülkemizde Ar-Ge merkezlerinde yeni ürün ve hizmetler ortaya konuluyor ancak yenilikçi ürün üretme metodoloji zinciri daha sık olarak kullanılmalı. İşletmelerin uluslararası pazardan pay almak ve bu payı rakiplerine kaptırmamak için ürettiği stratejiler içerisinde en kullanışlısı patenttir. Rakiplerin aldığı patentlerin etrafından dolaşmak (Desing Around) ile veya ürünün performansından bazı özellikleri feda etmek, yani eski teknolojiyi kullanmakla aşılabilir. Ürün tasarım süreçlerinin patentlerden etkilenmemesi için, üretimi engelleyen patentleri bulma, bu patentlerin korunup korunmadığını belirleme, patentlerin neyi koruduğunu anlama, korunduğu ülkeleri tespit etme, bu patenti ihlal etmeden nasıl bir üretim yapılabileceğinin bilinmesi gerekir. Ar-Ge patent odaklı hale getirilerek, patentler ihlal edilmeden yeni bir tasarım konsepti ortaya konabilir. Ar-Ge’nizi patent odaklı hale getirirseniz, bu tür üretim ve satış problemleri yaşamadan pazar payınızı artırabilirsiniz. Unutmayın, böyle bir odak, işletmeler için özellikle rakiplerinin patent faaliyetlerinden haberi olmasını, izlemesini ve yorumlamasını sağlar. Ayrıca izlenen ve yorumlanan patentler sayesinde sektör trendini takip etme ve yönlendirme fırsatları oluşur. Rakiplerin ürün ve yöntemlerinden farklı ürün ve yöntemler ortaya koyma çalışmaları (Desing Around) yeni patentler üretmeyi ve bu patentler sayesinde işletmenin teknik ve finansal hacminin artması sağlar. Tekrar vurgulamak gerekirse, odağı patent olmayan hiçbir Ar-Ge kuruluşu ve Ar-Ge yapan firmalar uluslararası pazar payına sahip olamaz ve verimli Ar-Ge çalışmalarında başarılı olamaz.”