O, çalkantılı bir dönemde kısacık bir yaşam sürdü. Buna rağmen, adınıbilim tarihine yazdıracak çalışmalar gerçekleştirdi…
Derler ki, bahar çağları güzeldir.Gülistan kokusu, gül bahçesindeötüşen kuşların nağmelerilatifdir. İnce saz tellerinin yanıkferyatları hoştur. Fakat ey gafiller bunlarınhepsi yar ile birlikte güzeldir.”“Cahil her yerde herkesle çıngarçıkarır. Suda boğulanlar gibi gördüğüher şeye sarılır. Rezillerle yoldaş olma.Çünkü tencere ile düşüp kalkana karabulaşır.”Fransız Devrimi’nin önde gelen isimlerindenLazare Carnot, ilk çocuğunaİran Edebiyatı’nın en büyük şairlerindenŞirazlı Sadi’nin adını verirkenacaba onun yukarıdaki rubailerindenmi etkilenmişti? Peki bu ad, LazareCarnot’nun oğluna aynı adı ve kaderitaşıyacak torununa uğursuz mu gelmişti?İlk sorunun yanıtının ‘Evet’ olmaolasılığı var…
Ancak ikinci soruya cevaparamak bir teknoloji yazısı için pekyerinde olmayacağından, biz böylesiçalkantılı bir dönemde ve kısacık birömürde bilim tarihine önemli çalışmalarlaadını yazdıran Sadi Carnot’nunyaşamına dönelim…Sadi Nicolas Léonard Carnot,Fransa’nın en çalkantılı dönemlerindenbirinde, 1 Haziran 1796’da Paris’tedünyaya gelir. Fransız Devrimi’nin öndegelen isimlerinden olan babası LazareCarnot, doğumdan kısa bir süre sonraülkeden kaçmak zorunda kalır. 1799’dageri dönüp sonraki yıl Napoleon’unSavaş Bakanı olur.
Lazare Carnot,zorlamalar sonucu 1807’de istifa eder.Kendini oğulları Sadi ve Hippolyte’ineğitimine adar.Babasından aldığı eğitim sırasında başarının sinyallerini veren Sadi,Paris’te Lycée Charlemagne’a başlar.1812’de mümkün olan en küçük yaşta, henüz 16’sındayken ünlü École Polytechnique’e girmeye hak kazanır. O dönem öğretim kadrosunda Poisson,Ampère, Gay-Lussac ve Arago gibi bilim tarihinin büyük isimlerini de barındıran École Polytechnique, öğrencilerine çok parlak bir öğrenim görme imkanı sunmaktadır.
Sadi Carnot, 1814’te, önce diğer öğrencilerle birlikte kuşatma altındaki Paris’te işgalcilere karşı savaşır. Sonra da École Polytechnique’ten mezun olur. Öğrenimine Metz’deki École du Génie’de devam eder. Burada devam edeceği iki yıllık eğitim askeri mühendislik üzerinedir. Öte yandan Lazare Carnot, Napoleon’un 100 günlük 2. iktidarında İçişleri Bakanlığı görevine getirilir.
Ancak bu dönemin sona ermesiyle sürgüne gönderilir ve bir daha Fransa’ya geri dönemez. Babasının bu durumu Sadi Carnot’nun kariyerini de etkiler. Beklediği görevleri alamaz. Ancak boş durmaz, çeşitli kurslara katılır. Bu dönemde endüstriyel problemlere ilgi duymaya başlar.
“BÜYÜK CARNOT”
Lazare-Nicolas-Marguerite Carnot;Fransız Devrimi sırasında hükümetlerde görev alan, Genel Savunma ve Kamu Güvenliği komitelerinin üyesi, devrimci silahlı güçlerin seferber edilmesine katkıda bulunan devlet adamı ve komutan, ‘Zaferin Örgütleyicisi’ ve ‘Büyük Carnot’ lakaplarının sahibi, Şirazlı Sadi’nin hayranı ve bir Sadi Carnot’nun babası, bir Sadi Carnot’nun dedesi… 4 Eylül 1797’de, kralcılara karşı yapılan darbeden sonra Almanya’ya kaçmak zorunda kalan Lazare Carnot, Napoleon Bonaparte’ın 9 Kasım 1799’daki darbeyle iktidara gelmesinin ardından geri döner ve Savaş Bakanlığı’na getirilir. Napoleon’un ‘Yüz Gün’ döneminde bu kez İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Lazare Carnot’nun siyasi yaşamı, XVIII. Louis’nin yeniden tahta çıkmasıyla tamamen sona erer ve 1815 Temmuz’unda Fransa’dan sürülür… Üçüncü Cumhuriyet döneminde ‘İtibarı iade edilen’ Lazare Carnot’nun külleri, torun Sadi Carnot’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde Fransa’nın ulusal anıt mezarı olan Panthéon’a yerleştirilir.
İlgisini özellikle gazlar teorisi çekmektedir. O dönemde buhar makineleri,madenlerden dışarı su pompalamak,demir dövmek, tahıl öğütmek, iplikeğirmek ve kumaş dokumak gibi çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Ne var ki, bu makinelerin verimi düşüktür.
Öte yandan, bu makineler konusunda üstünlük kesin bir şekilde Sanayi Devrimi’nin beşiği İngiltere’dedir. Carnot, Fransa’nın içinde bulunduğu durumda, buhar makinelerinden yeterince yararlanılamamasının da payı olduğunu düşünmektedir.
Carnot dikkatini buhar makinesindeki ısı ve enerji kaybı sorunu üzerine yoğunlaştırır. Ondan önce buhar makinelerinin verimi konusunda çalışanlar, elde edilen iş ve tüketilen yakıta odaklanmıştı. Carnot ise bu konuda, makinedeki sürecin temel niteliğini ele alır. Buhar makinesini bu diğer makineler için de geçerlidir üç bileşen halinde inceler; ısı kaynağı, ısıyı taşıyan su ile buhar ve ısı toplayıcı olan yoğunlaştırıcı. Bu süreçte hareket enerjisinin, ısının buhar kazanının yüksek sıcaklığından yoğunlaştırıcının
düşük sıcaklığına geçerken üretildiğini belirtir. Kısaca, ideal bir makinenin verimi, makineyi çalıştıran buhar ya da bir diğer akışkanın verimine değil, makinenin en sıcak ve en soğuk bölümlerinin sıcaklıklarına bağlıdır.
Gelin bir de Guillen’den dinleyelim: “Carnot yalın bir ifadeyle, bir buharlı makinenin basit bir değirmen çarkından pek de farklı olmadığını öne sürüyordu. Bir değirmen çarkı, yüksek bir yerden alçak bir yere doğru doğal olarak akan suyla çalışıyordu. Aynı biçimde bir buharlı makine de kazandan nispeten daha soğuk olan bir soğutucuya doğal yollarla akan bir ısıyla çalışıyordu. Bir
şelale ne kadar yüksekse değirmen çarkının ürettiği güç de o denli büyük oluyordu; benzer biçimde, ‘Isı şelalesi’ne kadar yüksekse makinenin ürettiği enerji de o kadar büyük oluyordu.”
Carnot 1824’te çıkardığı bu sonuçları, yaşamı sırasında yayımlanan tek yapıtı olan ‘Ateşin devindirici gücü ve bu gücü açığa ıkaran makineler üzerine düşünceler’ adlı makalesinde yayımlar. Makalenin yayımlanmasından kısa bir süre sonra, Pierre Girard, Paris’teki Bilimler Akademisi’ne bu makaleyle ilgili uzun bir inceleme sunar. Çok olumlu görüşler içeren bu inceleme, Revue Encyclopédique’de de yayımlanır.
‘KÜÇÜK’ SADİ CARNOT
Sadi Carnot’nun küçük kardeşi Hippolyte Carnot, ağabeyinin ölümünden beş yıl sonra dünyaya gelen oğluna onun adını verir. Mühendislik öğrenimi gören Marie François Sadi Carnot, Fransız-Alman Savaşı sırasında, direnişçileri örgütlemek üzere Normandiya Komiserliği’ne atanır. Daha sonra meclise girer; 1880’de Bayındırlık Bakanı, 1885’te Meclis Başkan Yardımcısı görevlerini yürüttükten sonra 1887’de Cumhurbaşkanı seçilir. Yedi yıl bu görevi yürütür. 24 Haziran 1894’te Lyon’da bir sergide yaptığı konuşmanın ardından bir İtalyan anarşisti tarafından öldürülür. Marie François Sadi Carnot, Panthéon’a büyükbabası Lazare Carnot’nun yanına gömülür.
Buna rağmen çalışması gereken ilgiyi hemen görmez. On yıl sonra Fransız mühendis Emile Clapeyron’un bu makalede belirtilen sonuçlar üzerine yaptığı çalışmalarla Sadi Carnot’nun çalışmaları hatırlanır. Kaynaklar bu gecikmenin sebepleri olarak makalenin
basılı kopyaların sayısının az olması, bilimsel yayınlarının dağıtımının ağır olması ve bu konuda liderliğin İngiltere’de olması ebebiyle Fransa’dan böyle bir çalışma beklenmemesi gibi sebepleri öne sürmekteler. Sadi Carnot’nun çalışmaları asıl önemini, 1850’de Almanya’da RudolphClasius ve bir sonraki yıl İngiltere’de, Lord Kelvin olarak bilinen William Thomson’ın geliştirdiği ermodinamik kuramıyla birleştirilmesiyle kazanır.
Ne var ki Carnot bunların hiç birini göremez. Bu yetenekli ve talihsiz adamın yaşamı, Paris’teki kolera salgını sırasında, 24 Ağustos 1832’de, henüz 36 yaşındayken sona erer. İdeal bir ısı makinesinde kullanılan akışkanın basınç ve sıcaklığında ortaya
çıkan ardışık çevrimsel değişikler olarak tanımlanan ‘Carnot çevrimi’, termodinamiğin ikinci yasasının temelini oluşturur. Lord Kelvin ve Rudolph Clasius, termodinamik kuramı geliştirirken Carnot’nun çalışmalarından yararlanır. Nikolaus August Otto ve Rudolf Diesel de, kendi adlarıyla anılan motorlarını geliştirirken, ‘Carnot çevrimi’nden yararlanırlar. Özellikle Diesel’in, Carnot çevriminin kuramsal verimliliğine yaklaşacak içten yanmalı bir motor üzerine başlattığı çalışmalar, onu dizel motoruna götürür. Tüm bu motorlar çalıştıkça, onların geliştirilmesinde kullanılan kuramsal temellere önemli katkılar koyan bu talihsiz adamın adı da sanırız hep hatırlanacak.
ŞİRAZLI SADİ
13. yüzyılda yaşayan Bostan, Gülistan gibi eserleriyle tanınan, İran edebiyatının en büyük şairlerinden Sadi’yi, Şiraz’daki zarif kabrinde ebedi istirahatgahında ziyaretçileri hiç yalnız bırakmıyor. İranlılar sadece Sadi’yi değil, Firdevsi, Hafız, Ömer Hayyam gibi nice şairini de, kabirlerinde hiç yalnız bırakmıyor. Özcan Yurdalan’dan dinleyelim: “Kabirlerin ortak özelliği saygın birer ziyaret yeri olması. Bu ziyaretler, yasak savma, yıldönümünde hatırlanma biçiminde gerçekleşmiyor. Sıradan, kuru resmi törenlerle anılmıyor şairler. İranlılar, ne zaman denk gelirse, gidip şairlerini yokluyorlar. İyi havalarda, hafta sonlarında, şöyle bir kafa dinlemek için, dışarıdan gelmiş misafirleri gezdirirken, bayramda, seyranda şairleri ziyaret ediyorlar. Başuçlarında dua okuyanlar, hatim indirenler kadar şiirlerini mırıldayanlar da gördüm. (…) Bazı günler iğne atsan yere düşmüyor buralarda.
Kısacası üç yüz, beş yüz yaşındaki şairler bu anlamlı ziyaretlerle hala yaşıyor İran’da.”