Türkiye’deki Ar-Ge sisteminin küçük işletmelerin kimyasına uygun olmadı ğını vurgulayan Makine İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi...
Makine İhracatçıları Birliğinin (MAİB) nisan ayında gerçekleştirdiği Olağan Genel Kurulunda Yönetim Kurulu Üyeliğine seçilen Mehmet Ağrikli ile bir araya geldik. Türk makine sektörüne dair değerlendirmelerini ve MAİB’in yanı sıra görev aldığı diğer sektörel sivil toplum kuruluşlarındaki çalışmalarını aktaran Mehmet Ağrikli, Türk makine sektörünün hak ettiği yere ulaşabilmesine katkı sağlamak amacıyla, çalışmalarını sürdüreceğinin altını önemle çiziyor.
Sizi tanıyabilir miyiz? İş hayatına başlama ve makine sektörüne geçiş süreciniz hakkında bilgi verir misiniz?
Erzincan Kemaliye’de 1963 yılında doğdum. 1986 yılında ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümünden mezun oldum ve ardından İTÜ’de yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Mezuniyetin ardından bir yıl süreyle bir çorap firmasında üretim mühendisi olarak çalıştım. Daha sonra tekstil mümessilliği firması olan TETAŞ’ta satış mühendisi ve satış müdürü olarak beş yıl süreyle görev yaptım. 1992 yılında çalıştığım firma bünyesinde oldukça pahalı olan bilgisayar kontrollü örgü makineleri satışı gerçekleştiriyorduk. Büyük bir müşterimizin, firmasında çıkan yangın sonucu çok fazla zarar gören, hurda denebilecek bir makinesini düşük fiyata satın aldım. Makineyi yaklaşık altı ay içinde tamamen yerli parçalarla onardım. Elektroniğini, mekaniğini ve kartını kendim yaptım. Makine çalışmaya başladıktan sonra neredeyse bir günde bana kazandırdığı para, bir aylık maaşıma denk geliyordu. Bu şartlar altında hemen ertesi gün işten ayrıldım. İşler iyi gidince ikinci, üçüncü derken neredeyse bir tekstil fabrikasını doldurabilecek sayıda makinemiz oldu. İç piyasaya hiç girmeden, ağırlıklı olarak Almanya ve Hollanda’ya triko ürün ihracat etmeye başladım. Triko üretimi ilginç bir olaydır. Ne kadar az hata yaparsanız yapın; iplikten, operatörden, makineden, iğneden, havadan ve bunun çeşitli sebeplerden minimum yüzde 5 fire verirsiniz. Yılsonunda fire deposunu açtığınızda bunun inanılmaz bir maliyete sebep olduğunu görürsünüz. Bazen de en-boy oranlarında ortaya çıkan seri yanlışlıklar yapılır. O zamanlar dünyada, hatalı örülmüş bu kumaşları sökebilen bir makine yoktu. Biz de bu çerçevede, herhangi bir destek almadan profesyonel bir Ar-Ge projesi geliştirdik. 1994’te başladığımız dört sene süren proje ile dünyada ilk ve tek, yapay zekayla çalışan ve patenti bize ait triko örgü sökme makinesini imal ettik. Makinemizin maliyeti bir örgü makinesinin maliyetinin dörtte biri oranındayken bir örgü makinesinden altı katı daha fazla para kazandırıyordu. Bu aşamadan sonra ise makinenin seri imalatına karar verdik. 1999 yılında çok yüksek faizli bir kredi alarak makinemizi Paris ITMA Tekstil Makineleri Fuarında sergiledik. Orada çok büyük ilgiyle karşılaştık ve makinemizi dünyanın 50’den fazla ülkesine ihraç ettik. 2002 yılı itibariyle de tekstil işini tamamen bırakarak makine sektöründe çalışmaya başladık. Yeni makine talepleri artınca trikocuların en fazla talep ettiği iplik büküm makineleri üretimine yöneldik. Tamamen özgün olan bu ürünü de bugüne kadar tam 74 ülkeye sattık ve satmaya da hala devam ediyoruz. İplik büküm makinelerinin farklı versiyonlarının üretimi konusunda uzmanlaşmış durumdayız. Dünyada bugün itibariyle karbon ipliği bükebilen tek makine, bizim ürettiğimiz makinedir. Bu çerçevede Ağteks Yönetim Kurulu Başkanı olarak işlerimizin de gayet iyi olduğunu söyleyebilirim.
Türk makine sektörüne ve sanayisine yön veren birçok sivil toplum örgütünde önemli görevler üstleniyorsunuz? Söz konusu kurumlardaki faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
Tekstil Makina ve Aksesuar Sanayicileri Derneğinin (TEMSAD) üyeleri yararına, sektörün önde gelen tekstil makinesi üreticileriyle bir ekip oluşturarak TEMSAD yönetimini üstlendik. Yaklaşık 10 yıldır yönetimdeyiz ve bu süre zarfında en fazla çalışan sektörel derneklerden bir tanesi haline geldik. Dernek çatısı altında çok başarılı işlere imza attık. Birbirleriyle yan yana gelmek istemeyen rakip firmaların dost olmasını sağladık ve bu durum güzel bir sinerji yarattı. TEMSAD’taki görevim vesilesiyle İstanbul Sanayi Odasının (İSO) Meclis Üyeliğine seçildim. Orada da Makine İhracatçıları Birliği (MAİB) Başkanı Adnan Dalgakıran’la tanıştım. Adnan Dalgakıran’ın her şeyi bir yana bırakıp, makine sektörünün gelişimi için harcadığı yoğun çabadan ve çalışmalarından çok etkilendim. Bu bakış açısıyla da halen İSO’da, Adnan Dalgakıran’ın çalışmalarına yani dolayısıyla makine sektörünün gelişimine katkı sunmaya çalışıyorum. Daha sonra MAİB’den de yönetimde yer almam doğrultusunda bir teklif alınca memnuniyetle kabul ettim. İşlerimin yoğunluğuna rağmen, MAİB Yönetim Kurulunun fedakar çalışmalarını gördükçe motive oluyor, sektörün gelişimi adına ben de üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorum. MAİB’in başarılı çalışmalarına tanık oldukça manevi olarak büyük bir haz duyuyorum ve bu camianın bir üyesi olmaktan son derece mutluyum. MAİB’in yanında Makine Tanıtım Grubu’nun (MTG) da Yönetim Kurulu Üyesiyim. TEMSAD Başkan Yardımcılığı, görevimin yanı sıra aynı zamanda TÜBİTAK TEYDEB Makina İmalat Teknolojileri Grubu Yürütme Kurulu Üyesi olarak da görev yapıyorum. Görev aldığım bu kurumlardaki çalışmalarımın tek amacı, Türk makine sektörünün hak ettiği yere ulaşabilmesine katkı sağlayabilmektir.
TÜBİTAK TEYDEB Makina İmalat Teknolojileri Grubu Yürütme Kurulu Üyesi olarak Ar-Ge ve inovasyon konusunda Türkiye’nin bulunduğu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pek çok Avrupa Birliği dokümanında, “Makine sektörü, mühendislik sanayilerinin önemli bir bölümüdür ve AB ekonomisinin başlıca dayanağıdır” ifadeleri yer alır. Devlet, üniversiteler ve sanayi kesimi Ar-Ge çalışmalarının yapılmasını istiyor. Fakat burada karşımıza çıkan ilk sorun, üniversitelerimizin sanayi ile Ar-Ge işbirliği yapabilmesi için dizayn edilmemiş olduğu gerçeğidir. Üniversitelerimiz siyasetten çok fazla etkileniyor ve eğitim vermenin dışında başka şeylerle çok fazla uğraşmak istemiyor. Sanayi kesimi ise üniversitelerle beraber çalışma doğrultusunda birkaç girişimde bulunup başarısız olunca, bir daha üniversitelerin yanına yaklaşmıyor.
Bir diğer nokta ise, TÜBİTAK’tan iş çevreleri yararlanırken kurumun uygulama esaslarının tamamen akademisyenlerce hazırlanmış olmasıdır. Dolayısıyla sanayi tecrübesi olmayan akademisyenlerin hazırladığı bu gömlek sanayiye uymuyor. Bu uyumsuzluğu daha çok büyük şirketler fark edip önlem talep edince de, bu sefer TÜBİTAK’ın uygulamaları tamamen büyük şirketlerle örtüşür hale geliyor. Türkiye’de küçük işletmeler ikiye ayrılmış durumda; bir yanda inovatif çalışan, Ar-Ge gerçekleştiren ve ortaya bir ürün çıkarıp bunu satan firmalar var. Diğer tarafta ise; bir firmada çalışan, orada imal edilen makinenin “Ben de bunu yapabilirim!” diyerek benzerini yaparak ayrılan mühendislerin firmaları bulunuyor. Birinci örnekteki durum sektöre son derece faydalıdır. Buradaki firma konuyu, problemi bilerek dünyada olmayan, tamamen özgün bir sistem geliştiriyor. Bu firmanın sonuna kadar desteklenmesi lazım. İkinci örnekte ise çoğu zaman standartlardan uzak kötü bir kopyanın imal edilmesi söz konusu. Bu durumda, ilk örnekteki firmanın ürünleri 10 liraysa, standartlardan uzak ikinci firma ise ürünleri için 7 liralık bir bedel belirliyor. Bu makineyi de Avrupalı sanayici alıp, kısa süre sonra çok kötü bir ürünle karşılaştığını anlayınca “Bir daha kesinlikle Türk makinesi almam!” diyor. Dolayısıyla kalitesiz ürün imal eden firma sebebiyle nitelikli makine üreten firma da zarar görüyor.
İşin bir diğer boyutu da; iyi bir Ar-Ge ile özgün ürün meydana getiren ama TÜBİTAK’ın bir hayli zor olan başvuru evrakını kurallara tam anlamıyla uygun dolduramayan firmanın başvurusunun reddedilmesidir. Öte yandan Ar-Ge çalışması olmayan, özgünlük taşımayan ama başvuruyu eksiksiz gerçekleştiren firmanın başvurusu ise kabul edilebiliyor. Bu sorunun öncelikli olarak çözülmesi gerekiyor. Ar-Ge çalışmasıyla özgün ve nitelikli ürün imal eden küçük firmaların bir komisyon vasıtasıyla tespit edilip, diğerlerinden ayrılması ve desteklenmesi lazım. TÜBİTAK TEYDEB Makina İmalat Teknolojileri Grubu Yürütme Kurulu Üyesi olarak bu sorunun çözülmesi için uğraş veriyorum. TÜBİTAK uygulama esaslarının sanayiciye gerçekten faydalı olacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Makine üretimi yapmayan bir firma, bünyesinde bir tane makine mühendisi gösterdiği ve fabrikasına bir üretim robotu aldığı zaman Ar-Ge desteği alabiliyor. Bu durum da karşımıza çıkan bir diğer önemli sorundur. Aslında ilave bir üretim hattı kurulması anlamına gelen bu durum, işin içinde robot var diye Ar-Ge olarak tanımlanıyor. Süreç iyileştirme kavramı burada yanlış değerlendiriliyor. Özellikle belirtmek istediğim bir husus da şudur: Bizdeki Ar-Ge sistemi küçük işletmelerin kimyasına uygun değildir. Ar-Ge, sonunu göremediğiniz bir yolun başında olmanız anlamına gelir. Eğer zaten sonunu görebiliyorsanız bu bir uygulama projesi olur. Ar-Ge projesinde yöntemler, kaç para harcanacağı, süre gibi olgular belirsizdir. Belli olan sadece ulaşmak istenen sonucun ne olduğudur. O sonuç için de çok farklı şeyler denenir; başa dönülür, tekrar denenir ve ucu açıktır. TÜBİTAK’ın istediği formatta ise her şeyin detaylıca anlatılması gereklidir. Böyle bir sistem dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bizdeki uygulama; “İnşaat yapacağım. Bunun için önce temel kazacağım, sonra malzeme-usta gelecek ve şu tarihte inşaatı bitireceğim demekle aynıdır. Ar-Ge projesi bu şekilde yapılmaz ve her makine imalatı da Ar-Ge projesi sayılmaz. Türkiye’de izin alınmadan yapılan Ar-Ge için bir daha başvuru şansı yoktur. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde ise Ar-Ge projesi yapılırken ön izin alınmaz. Ar-Ge çalışması yapılır, ürün ortaya çıkar ve imal edilen şey düzgün biçimde çalışır: İşte o zaman, bu ürün ortaya çıkana kadar yapılan tüm harcamalar, atlatılan süreçler, denemeyanılmalar yazılıp raporlanır ve “Gelin birlikte inceleyelim!” diye yetkili kuruma başvurulur. Karşılığında da ürün ortaya çıkana kadar harcanan emeğin bedeli ödenir. Ülkemizde bu yöntem gerçekleştirildiği zaman inanın ki gerçek Ar-Ge çalışması sayısında bir patlama yaşanacaktır. Devlet sıcak para verdiğinde çoğunlukla, “Nasıl yapalım da daha fazla para alalım?” diye türlü şeyler akla gelebilir. Devlet de bu bahsettiğim suiistimal ihtimalini görerek tüm önlemleri alır ve her çıkışı tıkar. Sonuçta da ortaya o kadar hantal bir yapı çıkar ki, kimse bu zorlayıcı-yıpratıcı işin yükünü taşımak istemez. Bu aşamada da sadece, tüm süreçleri iyi bilen büyük şirketlere Ar-Ge çalışması yapma olanağı kalır. Çünkü küçük firmalar bu süreçleri tamamlayamaz.
Türk makine sektörünün gelecek hedefleri neler olmalıdır?
Türkiye, çok önemli bir potansiyele sahip. Coğrafi olarak AB ve Ortadoğu pazarlarına yakın olması da son derece önemli bir avantaj. Bugün itibariyle özellikle Kuzey Afrika’nın ve Ortadoğu’nun neredeyse en önemli makine ve ürün tedarikçisi durumuna geldik. Dünyada artık aynı üründen çok sayıda imal etme modası bitti. Bunun yerine ölçeklenebilir, müşterinin niteliklerine uygun ürünler sunuluyor. Türkiye’nin de bu tarz üretime yönelmesi lazım.